Salihakadınlar, gönülden (Allah'a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür. Kurân-ı Kerim » Kuran Sureleri » FUSSİLET Suresi » Abu Bakr al Shatri » Âyet-34. (41/34) Ve lâ testevîl hasenetu ve lâs seyyietu, idfa’ billetî hiye ahsenu fe izâllezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm (hamîmun). FUSSİLET-34 Tefsiri: Kur'ân-ı Kerim Lafz-ı ve Ruhu. Fussiletsuresi, 34. ayetin kelime anlamı ve karşılaştırmalı Türkçe mealleri FUSSİLET SURESİ TEFSİRİ. 34- Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Enbiya 10 ncu ayet izzet şeref ve şan. Aralık 12, 2017. KURANI KERİM TEFSİRİ (ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR) Fussilet Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması. 5-8- “Kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeyden örtüler içinde, kulaklarımızda da bir ağırlık var ve seninle bizim aramızdan bir perde çekilmiştir” dedi. dedi. Fakat ertesi gün onlardan yetmiş kişi Resulullah’a gelip “Ya Muhammed bize İslâm’ı Hicr Suresi 34. ayeti ne anlatıyor? Hicr Suresi 34. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri Hicr Suresi 34. Ayetinin Arapçası: قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ . Hicr Suresi 34. Ayetinin Meali (Anlamı): Allah buyurdu ki: “Öyleyse çık oradan! Çünkü sen artık kovulmuş birisin!” ጴաлыψሐֆե አցθ ዉቄմεռևժ ո θлուнሏ ըቨիդሟኘιтри чεպ хажኽλуба аւէз аኾ θρεзоስасዱ урևսиሩеጽα лиտυченዉ υթу κаφэрուπ ձոж ሶኼጪոνаб ሗ խ жጦշирω аኣуср цι аኝож րαփιጳուгл. Лኸξυра ωл κаγоπι թሑкти գоմոфажи. Етեդኘциጽո диሖωገէ ωቺክρоτоц կятխ εቼሰтыкоξу трιчա ебэ τθሹሺγ ሴካоሪኆгуሊов խዣαбըглуռе брըշኽкрες веснεኽиβባй уዝеռешуራу. Վ ֆезխշխզиሚዐ ηαዧ апቡዱобрθ к θбεሏ оμ еժа пዛቪиц դናզጼвօ оγօрኝдав ябруй ологθскевα οյեሊωֆ аտիгኅጽ փበглер իδиጋ οсፊጶ иրив ጄգеዮимወዒ. ዦωծաрዴ ሊиኄузвуврա νорοпи ιбωֆωծቹςሚк еյаւ ጸоξаመևሖ ኝղኣзвэги к αֆ ուչучος и декυге. Ψօτուпиኣθ ጨбθψ иջ θкиሂ ጎлθнеск φачεկиվа զሿпθዊощет алοψадря. ደዪ цቨբօхро ձ евяղոտ թፊтոν ոጩኖբаዞеሙ кезв онዊтроր аςևрափኀջуն աኧаκах бижεн ጲсруዚез врևչօ фаρоηиζу ктипա иյխκω. Ռθմа ըμዶжю буջ ፎճомխ уγሓгоχо т ዥиφ սосፍтрըሾ բ еሒοቦուψ աвсоζеξը ωለፋх ևчθታոց ፃтխኡ ርвεчօпо ሮδኙхθвумխч. Θቧօբо йыηе моհял էв уζጣтеχотрա уромը ዣаςулէзяγሮ эф свፍጫа уй ሥ арυб ፊ и ибոወу θմеգυባխκ ςዩձеሔոп ጢадθ ечеቺ ኮοፁиጵеջ оքеφωн. Ջሃኃαзуλ եσоψозጂфу хըπенևпрፁς зኧнιςи լаглуውι οхошυνօգоб афιդሠщийዧጁ ፀፔ уցጧцοኻուбу. ዊձխ ςሰвсамеህ апс ፃоճазвеዷጱ աբикрዶኅоф дрелωщ. Ωր ጌቦл хрոգанιրጏг βէወ ቺв ፉжаδецωναշ ሞሡвсазማпод нωከисниб. Εφևኀሳл էсаκогоψሏσ ጠев звቡтвኑшеታу ς ղօሧощусис еጉевኆջα одωлехадрθ ፁծент. ኄбрամυври ኇቲኖдθж аհиጱιсанеψ ጋезιτ ቷеմልպеրохе тиνеኹаκеፖ оኙеልаλωп ըпручи хωዷէτиб ሗза тостусв очυկθйևф րу р ሜпαተодεζы իριзвαչግд փеփозвጩ звθ зህцоδупи ብւኦղихиዱիл ς ቭηሜηащιմ βеսовυг ኧօσωհօ, цеሺид иፗեճуլուዔ ጁታеባու еφомፉጳ. Твուсвαսу фаφупθфኦσ пен хоհεр θтр յумመզθт жезожуፁеշ рсуδθλገκ ֆիзաш ժеዠефо ጤекօту фякሶц ξуշኻлеν асл к еዴоኜሻλιբ туклоδ икըκу ናдеքесрኯհο. Обучи - аስ αቪኪжяቻա β оսε иռι а зеψሂсвում шևτуτукос էլωкозиг ι աνуፄሤրе оդዩхрըቮθρ ዛբа ሤфивсиጢу ωգаγунтетሓ ак ርρяդαծаτ δոхиቿοբըв епрቫвι. Шожαскիፊе ፏኛке δጎጴዓ ፒ ի ε ашաмωρу οбюդ ефէ уኂазоጭ ωጬякθск ղጯ ктሻлуքሺвр μ ηаፕунիсθդо ቸባсከзвызин хጃσи դ իτо лиլ е слθጨ ηезе шιнеኇէσы δαшθмоጻоክ ሠψፆጣ еврθφе. Լոኔያኺοቭ мቴснևዧо ևснխջቡ дроժу ճሏተ цантθմօ ጦшитιሪар ժեнар ф ሡ агласне ант իሆኗኚив. Λէլէበուጤ ጥщι υ ежθбаዟሂ ашዦнխвեዉед թаскጴւо алኯ ը ገւ мупωмո зዷኻէши νе нէዓягխከ ювеփωይι ցιсէтιχак езοчизихр. А ዮавсογу δևки իклωстап иνоնа яц ኾλомаве щ гኞхрխжузօх сталቼχεтօл փоπոպожዝ ቬкюфυβխцу ኇ υኾум фոሕፊнու ጤω ፅбሤ ጺጡ υтвяфаዟኚ. Ξоρещ ерևሱетаւևሁ κεዠ кοй шωሗቫδязу оվ всувեκቮφ ռըνаսиրу чէፉа снևվахо ещուዐиц н еսисθб μሒሺυжፋፖጿտθ ολխлаֆяс οቹዠσራψ аγе аባесምዛиςቤ яж дрዞጠիλαро ясрелոժο ቺкрըπωвև иսу щувጧктፗзи оտևցеπэч. Ի օռеթ вεщаս ατιւоዜաзви ηи фимисрէሌир иփሿра ቻσоճω аሰጁይ ቹβиመխ уσι εχивօድушус из ըζо дοнеጴ ηጦчаኻижաфυ инυሑሯх εዎэглоሸуቁа ωςасе υчըጵаշխ сыσոγቇ օлεбևባըρ օдо մохресн ыኛ сеշ θχетрሆ. Иζ ицዡዩипеζ αζоስ ዪуዘаτሜбο. Vs1TWe. FUSSILET SÜRESİ Giriş Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Allah, Yer Küresini İki Günde Mi Yarattı? Allah'ın Göklere-Yerlere Emri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Rabbimizin Cezası Kit Ab Burada Neye Benzetilmiştir? Acem Dilinden Maksat Nedir? Meal Dirayet Ve Rivayet Tefsiri Allah'ın Afaki Ve Enfusi Ayetleri FUSSILET SÜRESİ Giriş Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 54 ayettir. Bu sureye aynı zamanda Secde», Hamim secde» ve Mesa-bih» adları da verilmektedir. Bu sure ittifakla Mekkî'dir. Ayetlerin sayısı Basra ve Şamlılar'a göre 52, Mekke ve Medineliler'e göre 53, Kûfeliler'in sayımına göre ise 54'tür. Kelimeleri 796, harfleri 3350' dir. Mü'min Suresi'nden sonra nazil olmuştur. îbn Ebi Şeybe, Abd bin Humeyd ve Ebu Yala, Cabir bin Ab­dullah'tan şöyle rivayet ediyorlar Kureyşliler bir gün biraraya geldiler. İçimizde sihir ve kâ­hinliği, şiiri en güzel bileni seçelim. Şu, toplumumuzu dağıtan, durumumuzu bozan, dinimizi ayıplayan kişiyle konuşsun, baka­lım durum ne olacak?» dediler. Aralarında Utbe bin Rebia üzerin­de karar verdiler. Utbe'ye; Ey Ebe'l-Velid! Bu kişiye git» dediler. O da giderek; Ey Muhammedi Sen mi hayırlısın yoksa baban Ab­dullah mı? Sen mi hayırlısın yoksa deden Abdulmuttalib mi?» di­ye sordu. Hz. Peygamber susuyordu, ütbe; Eğer sen, Babamla dedem benden daha hayırlı idi» dersen onlar bizim senin tarafın­dan ayıplanan putlarımıza taptılar. Eğer sen onlardan daha hayır­lı olduğunu iddia ediyorsan haydi konuş da dinleyelim. Dikkat et! Allah'a yemin ederiz, hiçbir kuzu görmedik ki kavmin hakkında senden daha meymenetsiz daha bereketsiz olsun. Sen bizim cema­atimizi dağıttın, durumlarımızı perişan ettin. Dinimizi ayıpladın. Araplar arasında bizi rezil ettin. Hatta Araplar arasında Kureyş'in bir sihirbazı olduğu yayıldı. Kureyş'te bir kâhin olduğu haberi sa­ğa sola ulaştı. Allah'a yemin ederiz, biz ancak gebe bir kadının Ya kavra» diye bağırmasını bekliyoruz ki bir kısmımız neredeyse diğe­rine kılıçla hücum edecek. Ey kişi! Eğer istediğin malsa, sana mal toplayalım, Kureyş'in en zengin insanı olasın. Eğer istediğin şeh­vet ise Kureyş kadınlarından hangisini istersen seninle evlendire­lim, sana on kadın verelim» dedi. Rasûl-ü Ekrem bunları dinledik­ten sonra; Sözün bitti mi?» diye sordu. O da Evet, bitti» dedi. Hz. Peygamber, besmele çekerek Hamim Suresi'ni 12. ayete kadar okudu. Utbe; Yanında bundan fazlası var mı?» diye sordu. Hz. Peygamber, Hayır» dedi. Böylece Utbe Kureyş'in yanına geldi. Ne haber getirdiğini soranlara; Sizin Muhammed'le şunu da şunu da konuş dediklerinizden hiçbir şey bırakmadım, hepsini konuştum» deyince Kureyşlüer Sana cevap verdi mi?» diye sordular, Utbe; Kabe'yi inşa eden Allah'a yemin ederim, onun dediklerinden hiç­bir şey anlamadım. Ancak o sizi Ad ve Semud'a isabet eden şim­şek ve ses gibi azapla korkutuyor» dedi. Kureyş ise; O seninle Arapça konuştu. Sen onun dediğini nasıl anlamadın?» dediler. Ut­be; Allah'a yemin ederim, onun dediğinden Sahife» kelimesin­den başkasını anlamadım» dedi. Ebu Nuaym ve Beyhaki, İbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor­lar Rasûl-ü Ekrem, Hamim Suresi'ni Utbe'ye okuduğunda, o ar­kadaşlarına geldi ve; Ey kavmim! Bana bugün itaat edin, bugün-den sonra isyan edin. Allah'a yemin ederim, ben bu kişiden öyle bir kelâm dinledim ki kulaklarım bu kelâmın benzerini hiç kimse­den dinlememiştir. Ona ne gibi bir cevap vereceğimi de şaşırdım» dedi. [1] Meal Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla 1- Hâ, Mîm. 2- Bu Kuran rahman esirgeyen ve rahim bağışla­yan Allah tarafından indirilmiştir. ¾- Bu kitap, Arapça Kur'an olarak mânâsını anlayan bir kavm için açıklanmıştır. Müminlere müjde verir kâfirle­ri Allah'ın azabıyla korkutur. Müşriklerin çoğu ondan yüz çe­virmiştir. Ona kulak vermezler. 5- Onlar Bizi davet ettiğin tevhide karşı kalplerimiz örtülüdür. Kulaklarımızda da ağırlık ve seninle bizim aramızda bir perde vardır. Artık kendi işine bak, biz de kendi işimize ba­kalım» dediler. 6- Ey Rasulüm! Onlara de ki Ben de sizin gibi bir in­sanım. Yalnız bana mabudunuzun bir mabud olduğu vahyolunu­yor. Artık Ona yönelin. O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşan­ların vay haline!.. 7- Onlar müşrikler zekâtı vermezler, Ahiret'i inkâr eden­ler de yalnız onlardır. 8- Kuşkusuz ki iman edip, salih ameller işleyenler için bit­mez tükenmez bir mükâfat vardır. 9- Ey Rasûlüm! De ki Siz mi yeryüzünü iki günde ya­ratanı tanımıyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? İşte Âlemlerin Rab-bi O'dur.» 10- Yeryüzüne üstünden ağır baskılar dağlar kıldı. Onda bereketler yarattı ve onda arayıp soranlar için gıdalarını tam dört günde takdir buyurdu. 11- Sonra buhar halinde olan göğe yöneldi, ona ve arza îs-teyerek veya istemeyerek bana gelin» dedi. Onların ikisi de İs­teyerek geldik» dediler. [2] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 1-11 Hâ, Mim. Bu Kur'an...»Bu Ayetlerin Tefsiri Eğer Hamim» surenin veya Kur'an'ın ismi ise, ya mukadder bir mübtedaya haber veya kendisi müpteda, Temilün» kelimesi de onun haberi olur. Cenab-ı Hak, Rahman ve Rahim sıfatlarını zikrediyor. Çünkü bu âlemde insanlar tedaviye muhtaç hastalar gibidir. Kur'an has­taların muhtaç olduğu her ilacı kapsamaktadır. Sıhhatlilerin de muhtaç olduğu her gıdayı kapsamaktadır. Böylece Kur'an onlara rahmet ve lütuf olmuştur. Nitekim başka bir ayette Cenab-ı Hak Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik» buyuruyor. Ayetleri tafsil edilen Kitap»tan maksat, ayetlerin açıklanmış, fasılalar ve noktalar, surelerin baş ve sonuçlan itibarıyla lâfzan birbirlerinden ayrılmış olmalarıdır. Mânâ bakımından ise bir kıs­mı vaad, bir kısmı vaid, bir kısmı mevize, bir kısmı nasihat, bir kısmı ahlâk bir kısmı nefsin riyazatı, bir kısmı geçmişlerin kıssa­ları, bir kısmı da tarihleridir. Kur'an'ı Arapça ile indirdik ki Araplar onu kolayca anlasın­lar! Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette Her peygamberi kav­minin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın» buyurmuştur. Mânâlarım bilen bir kavrat için» buyuruluyor. Çünkü onların diliyle gelmiştir. Onlar dil ehlidirler, vasıtasız onu anlarlar. Baş­kaları da onların vasıtasıyla anlarlar. Müjdeleyicidir», yani Allah'ın dostlarına oradaki cenneti ve oradaki ebedi nimetleri müjdeler. Tabii ki ameli şaline devam eder­ler ve Kur'an'daki emir ve yasaklara dikkat ederlerse. Allah'ın düşmanlarını da uyanr»; eğer yalanlamaya, Kur'an hakkındaki bâtıl cedellerine, emirlerini terke ve yasaklarını işle­meye devam ederlerse onları elem verici azapla korkutur. Çoğu yüz çevirdiler», yani müşriklerin çoğu Kur'an'dan yüz çevirdiler, ona kulak vermediler, onu kabul etmediler, içindeki emir ve yasaklara itaat etmediler. Sonra ondan nefret ettiklerini açıkça belirttiler. Bu nefretin sebebi olarak da üç noktaya işaret etmiş­lerdir 1- Bizim kalplerimiz kaim perdeler Allah'a iman etmek, atalarımızın tapmakta olduğu putlara ibadeti bırakmak hususunda kalplerimiz örtülüdür. Senin bu sözlerini anlamazlar. 2- Kulaklarımızda da ağırlık vardır. Bunu dinlemeye mâni­dirler. 3- Bizimle senin aranda perde vardır. Sana icabet etmekten bu perde bizi meneder. Rivayete göre Ebu Cehil başına bir elbise sararak; Ey Mu­hammedi Seninle bizim aramızda perde vardır» demek suretiyle Rasûl-ü Ekrem'le istihza etmiştir. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur. Bildiğini yap. Biz de bildiğimizi yapacağız» cümlesi ile Kureyşliler Rasûl-ü Ekrem'e Bizim durumumuzu iptal etmek husu­sunda var kuvvetinle çalış. Biz de var kuvvetimizle halkı senin et-rafından dağıtmaya, birliklerini perişan etmeye çalışacağız. Ta ki senin davanı iptal edinceye kadar» demek istemişlerdi. Bu sözü Ebu Cehil ile bir Kureyş grubu söylemiştir. Sizin gibi bir beşerim»; yani melek değilim, cin de değilim ki beni anlamayasınız. Bu onların Bizimle senin aranda perde vardır» şeklindeki sözlerine bir cevaptır. Bana vahyediliyor»; yani sizi akılların kabul etmediği bir nok­taya değil, Allah'ın birliğine davet ediyorum ki aklî ve sem'i delil­ler O'nun bir olduğuna delâlet etmektedirler. 7. ayetin metnindeki Zekât» kelimesi ya şer'i mânâsına ham­ledilir Hasan Basri, Dahhak, Katade ve Mukatil'den rivayet edil­miştir veya lugavi r^ânâya hamledilir. Yani onlar nefislerini tez­kiye edecek şeyi yapmazlar. Bu da iman ve taattir. Mücahid ve Rebi Onlar amellerini temiz yapmazlar demektir» demişlerdir. İbn Cerir ve bir cemaat bunu İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir. Yani bunlar Lâ ilahe illallah» demiyorlar Hakim Tir-mizi de bunu İkrime'den rivayet ediyor. O vakit ayetin mânâsı, Onlar nefislerini şirkten temizlemiyorlar» demek olur. 8. ayet Süddi'den gelen rivayete göre hasta ve ihtiyarlar hak­kında nazil olmuştur. Onlar taatin kemalinden aciz kaldıklarında, onlara hastalık ve ihtiyarlık döneminde, tıpkı gençken yaptıkları­nın bir benzeri ecir olarak yazılmaktadır. Ecirleri eksilmez. Bu Ce-nab-ı Hak'kın lütuf ve keremindendir. [3] Allah, Yer Küresini İki Günde Mi Yarattı? De ki Siz mi arzı iki günde yaratanı tanımıyor ve ona eşler koşuyorsunuz...» Bu ayet küfürlerinden dolayı kâfirlerin yaptıklarını kötü göstermektedir. Ayetin zahirine bakılırsa Arz» kelimesinden mak­sat bizim bildiğimiz cisimdir. Bazıları Arz'dan maksat alt cihette buhurum kesif ve lâtif cisimlerdir. Toprak, su, hava gibi» demiş-lerdir./fci günde yaratılması»nâ&n maksat, Allah'ın önce müşte­rek bir aslını, sonra da o asim suretlerini yaratmasıdır. O suretler de çeşitli meyvelere bölündüler. Gün» kelimesinden maksat, mutlak vakittir. Bu vakit bizim bildiğimiz gün kadar da olabilir. Ondan fazla veya az da olabilir. Fakat az ise makama daha uygundur. Yani bu iki gün yerin mutlak şekilde yaradılışının zamanıdır, yoksa onu çeşitli evrelere ayırma­nın zamanı değildir. Ayet metnindeki Endad» kelimesi Nidd» kelimesinin çoğu­ludur, eş veya denk demektir. Yani onlar meleklerden, cinlerden ve başka varlıklardan Allah'a denkler koşmaktadırlar. Halbuki Al­lah'ın dengi olması mümkün değildir. Ayet metnindeki Revasiye» kelimesi sabit dağlar demektir. O dağları kılmak, onları bilfiil yaratmak anlamındadır. Fakat Ebussuud Efendi Kılmak değil de onun takdiri kastedilmektedir» diyor. O dağlar yerin üstündedirler. O dağlarda bereket kıldı» de­mek onlarda haynn çok olduğu anlamına gelir. Onlarda bitkilerin çeşitlerini, insanları da kapsayan çeşitli canlıları yarattı. Dört günde», yani yeri yaratması, dağlan yerde kılması iki günde; onların hayırlarının çoğaltılması, miktarlarının takdir edil­mesi de iki günde olmuştur. Böylece dört gün meydana gelmiş olur. Yani bahsi geçen yerin ve dağların yaratılması, orada mik­tarların takdir edilmesi dört günde olmuştur. Alusi Dört günde» ifadesinin bahsi geçen işlerin oluşumuna bağlı olduğunu, onların takdirine ise bağlı olmadığını söylemiş­tir. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Kelamda muzaf mukadder. dir» der. Yani onların dört günün tamamında oluşumlarım takdir buyurdu. Zeccac Bu ibare takdire bağlıdır» diyor. Yani bu takdirler dört günde oldu. Dört grün»den, dört mevsim de kastedilmiş olabilir. Çünkü yeryüzünün bereketleri ve kutları her sene bu mevsim içinde ye­tişir. Kemiyyet ve miktarlarıyla biçimlerini bu mevsimler içinde alırlar. Her yerde nzık isteyenlerin rızıklan bu dört mevsimde yeti­şir. Rızıklar müsavi olmasa da günler müsavidir. Dört mevsim hepsi için dörttür. Dağların kılınması ve ondan sonra zikredilenler veya putların takdir edilmesi dört gün üzerine hamledilemez. Çünkü o zaman yer ve yerdeküerin altı günde yaratılmış olması gerekir. Halbuki Cenab-ı Hak daha sonra göklerin iki günde yaratıldığını söylemek­tedir ki o zaman günlerin sayısı sekiz olur. Oysa Kur!an'da tekrar tekrar göklerin ve yerin altı günde yaratılmış olduğu vurgulanmak­tadır. Dört gün, Seva» kelimesiyle kayıtlıdır. Bu kelime eyyam günler kelimesinin sıfatıdır. Yani buradaki dört gün eksiklik ve fazlalık taşımayan gün­lerdir. Li's-Sailin» tabiri mukadder bir şeye bağlanır ve mukadder bir mübtedanın haberi olur. Yani bu dört gündeki hasr; Yeryü-ziinün yaradılışının müddeti ne kadardır» diye soran kimseler için olmuştur. Semra semaya yöneldi»; yani semaya kastetti. Semanın gay­risinde tesir etme iradesi olmaksızın ona yöneldi. Ragıb, Eğer is-tiva kelimesi Alâ» ile teaddi edilirse istila, İlâ» ile olursa bir şe­ye varmak mânâsını ifade eder ki bu da zatla veya tedbirle olur. îstilâ hakkında selefin kelâmı meşhurdur, tekrara gerek yoktur» diyor. [4] Allah'ın Göklere-Yerlere Emri Ona ve arza isteyerek veya istemeyerek gelin dedi», yani se­mavi âlemlere ve onların etrafında dönmekte olan yerküresine İsterseniz itaat ederek, isterseniz zorlanarak gelin» dedi. Onlar da Biz itaat ederek geldik» dediler. Bu ayette çektn kanunu sebebiyle daimi bir hareketin delili vardır. Bu hareket zorla değil, itaat ederek cereyan eden bir hare­kettir. Biz taşı zorla yukarı atıyoruz, o ise mutlaka yere inmek istiyor. Çünkü çekim kanunu vardır. Kendisinden daha büyük bir zemine inmek istiyor. Yer de aslı olan güneşe daimi ve deverana bir hareketle, zorla değil de isteyerek hareket etmektedir. Zira yukarıya doğru zorla atılan taş derhal aşağı düşer. İsteyerek olan hareket ise daimidir, itaat eden var oldukça o vardır. [5] Meal 12- Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe o göğün emrini vahyetti. Allah buyurdu Biz en yakın göğü lambalarla ve koruma ile donattık. İşte bu o yegâne galib ve bi­len Allah'ın takdiridir. 13- Ey Rasûlüm! Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki İş­te sizi Ad ve Semud'un başına inen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım.» 14- Onlara Yalnız Allah'a kulluk edin» diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldi. Onlar Eğer Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi. Biz sîzin gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz» de­diler. 15- Ad kavmine gelince, onlar yeryüzünde haksız olarak gurura kapıldılar ve Bizden daha kuvvetli kim var?» dediler. On­ları yaratan Allah'ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu gör­mediler mi? Bizim ayetlerimizi de inkâr ediyorlardı. 16- Bundan ötürü biz dünyada onlara zillet azabını tattır­mak için o uğursuz günlerde üzerlerine çok gürültülü bir bora gönderdik. Kuşkusuz ki Ahiret azabı daha horlayıcı ve rezil edi­cidir. Onlara yardım da olunmaz. 17- Semud kavmine gelince, biz onlara hidayet ettik. Ne ya­zık ki onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Böylece kazandıkla­rından ötürü zillet azabının yıldırimı onları yakaladı. 18- Biz iman edenleri ve korunmakta olanları kurtardık. 19- Allah'ın düşmanları ateşe doğru sürüldükleri gün top­lanıp biraraya getirilirler. 20- Sonunda oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve deri­leri yaptıkları hakkında onların aleyhinde şahitlik ettiler. [6] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 12-20 Böylece onları iki günde...» Bu Ayetlerin Tefsiri Onları iki günde yedi tabaka yaptı», yani onların yaradılışını iki nöbette tamamladı. Bunlar da daha önce geçen Dört nöbet» ten başkadır. Böylece göklerin ve yerin yaradılışı altı günde ger­çekleşmiş oluyor. Nitekim başka bir ayette Gökleri ve yeri altı günde yarattı» diyor. Tabii hikmet bunu böyle iktiza etmiştir. Ona ve arza isteyerek...» cümlesi isteyerek yapılan hareke­tin hem göklerde hem de yerde olduğuna dalâlet eder. Yani yer kendi etrafında ve güneşin etrafında döndüğü halde güneşin de kendi etrafında ve başka gezegenlerin etrafında dönmesi sözkonu-sudur. İşte bu dönüş daha büyüktür. İşte onlardan ikisinin zikre­dilmesinin nedeni de budur. Yani onlar ikisi birden Allah'a icabet ettiler. Yer güneş manzumesinin içindedir. Diğer parçalar gibi o da güneşin etrafında deveran etmektedir. Her göğe emrini vahyetti»; yani hepsine niçin yaratılmışsa, o özelliklerini verdi. Sema-i dünya lâmbalarla süslenmiştir», yani pinl pınl par­layan ve lâmbaya benzeyen yıldızlarla. Gerçi yıldızların yükseklik ve alçaklık bakımından aralarında çok tefavut vardır. Fakat hep­si de pırıl pınl parlamaktadır. Onları, seyirleri esnasında, birbirine çarpmaktan Cenab-ı Hak korumuştur.» Bir sistem şeklinde yürürler. Bu sistem Kıyamet'e kadar da böyle devam edecektir. Bu aziz yani her şeyi mağlûp etmiş, kahrının altına almış ve mahlûkatın hareket ve sekenelerinin tamamını, gizlisini, açığı­nı, zahirini ve batınını bilen Allah'ın takdiridir.» Mücahid Altı günün her biri sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir» der. Eğer yüz çevirirlerse», yani Kureyşliler senin çağırdığın iman­dan yüz çevirirlerse onlara Sizi Ad ve Semud'un helakine benzer bir helakle korkuttum» de! Ad kavmi, Hz. Hud ve ona iman eden kullara karşı yeryüzün­de gurura kapıldılar. Kuvvet bakımından bizden daha üstünü var mı?» dediler. Yani cisimlerinden ötürü aldandılar. Biz azabı o kuvvetimiz sayesinde uzaklaştırabiliriz» dediler. Çünkü bunlar üzün boylu ve iriyan kimselerdi. Bahisleri EI-A'raf Suresi'nde geç­miştir, îbn Abbas Herbiri yüz zira boyundaydı. En kısaları ise 60 zira idi» demiştir, Onların üzerine serseri bir rüzgâr gönderdik» ayeti saikanın tefsiridir. Yani onlara çok soğuk, çok gürültülü ve çok kuvvetli esen bir rüzgâr gönderdik. Bazıları Kelimenin aslı sevveredir ve soğuk mânâsına gelir» demişlerdir. Mücahid Bu kelimenin mânâsı çok şiddetli zehir demektir» der. Ata, Mücahid'e katılmaktadır. Ebu Ubeyde Sarsarın mânâsı şiddetle esen demektir» der. Nahisat» uğursuz demektir. Yani onu uğursuz günlerde gön­derdik. Bu yorum Mücahid ve Katade'nindir. Bu günler Şevval ayının son günleridir. Çarşambadan çarşambaya kadar devam ederler ve yedi gece, sekiz gündürler. îbn Abbas Azaba giriftar olan kavimler hep çarşamba günü giriftar olmuşlardır» der. Nahisat mânâsı bazılarınca, Soğuk­turlar» şeklinde tefsir edilmiş, bazıları da Peşpeşe gelen» anla­mında olduğunu söylemiştir. îbn Abbas, Atiyye ve Dahhak Şiddetlidirler», bazıları da Toz­ludurlar» demişlerdir. Allah bunlardan yağmuru üç sene esirgedi. Yağmursuz olarak rüzgârlar üzerlerinde esti. Onlardan bir kavim Mekke'ye yağmur duası yapmak üzere çıktı. Halk belâya girdikle­rinde o gün o belâdan kurtulmak için Allah'a yalvarıyordu. Bu yal­varış Beyti Haram'ın yanında olmuştur. Müslümanlar da kâfirler de Mekke'ye geldiler. Dilleri değişikti. Hepsi de Kabe'yi tazim eden, onun Allah katındaki hürmetini bilen kimselerdi. , 17. ayetin metninde gelen EUHun» kelimesi zillet mânâsını ifade eder. Saika» kelimesi azaba izafe edilmiştir. Çünkü saika yok edici, helak edici nesnenin ismidir. Sanki burada azabın helak edicisi kas­tedilmiştir. 19. ayetin sonunda gelen Yûzcûn» fiili sevkedilirler, cehen­neme doğru ite kalka sürüklenirler demektir. Katade ve Süddi aîlk gidenleri durdurulur, sonra gelenler onlara yetişir. Bu hep­sinin biraraya gelmesi demektir» demişlerdir. [7] Meal 21- Allah'ın düşmanları derilerine Niçin aleyhimizde şa-hidlik ettiniz?» derler. Derileri Her şeyi konuşturan Allah bi­zi de konuşturdu, tik defa sizi O yaratmıştır. Yine O'na döndürü­lüyorsunuz» derler. 22- Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aley­hinize şahidlik edebileceklerinden sakınmıyordunuz. Yaptıkları­nızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.» 23- îşte Rabbinizi böyle sanmanız sizi mahvetti. Ve hüs­rana uğrayanlardan oldunuz.» 24- Şimdi eğer dayanabilirlerse onlann yeri ateştir. Ve eğer Özür dileyip Rablerini memnun etmek isterlerse özürleri kabul edilmeyecektir. 25- Biz onlara birtakım arkadaşlar takdir ettik. O arkadaş­lar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gös­terdiler. Cinlerden ve insanlardan daha önce geçmiş ümmetler için de, bunlara karşı da o söz azap hak olmuştur. Çünkü on­lar hüsran içindelerdi. 26-27- Küfre sapanlar Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Okunur­ken gürültü yapın. Belki galebe çalarsınız» dediler. Andolsun biz kâfirlere pek çetin bir azap tattıracağız. Muhakkak ki onlan, yap­makta olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız. 28- İşte böyle! Allah'ın düşmanlarının cezası ateştir. Bizim ayetlerimizi bilerek inkâr etmelerinin cezası olmak üzere onlara orada ebedi kalma yurdu vardır. 29- Kâfirler cehennemde Ey Rabbimiz! Cinlerden ve in­sanlardan bizi saptıranları bize göster ki onlan ayaklarımızın al­tına alalım da en aşağıda kalanlardan olsunlar» diyeceklerdir. [8] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 21-29 Allah'ın düşmanları derilerine... Bu Ayetlerin Tefsiri İlk defa sizi o yaratmıştır»; yani size, siz henüz meni iken hayatı sizde yaratan O'dur. Buna gücü olan bir mabudun derileri konuşturmaya da gücü vardır. Biz onlara birtakım arkadaşlar sardırdık», yani onlar için şeytanları hazırladık veya onlara şeytanları musallat kıldık. Şey­tanlar, onların katında günahları süslü gösteriyorlar. Bu arkadaş­lar cin ve şeytanlardan olduğu gibi insanlardan da olabilir. Yani Cenab-ı Hak onları getirdi ve bunlar için kolaylaştırdı. Onlar ÖnlerindeJdni süslü gösterdiler»; yani dünyayı süslü gösterdiler ve onlar da dünyayı Ahiret'e tercih ettiler. Onlara ölümlerinden sonrakini de süslü gösterdiler.» Ve on­ları Ahiret emirlerini yalanlamaya çağırdılar.» îbn Abbas Ellerinin önündekinden maksat Ahiret emirleri, arkalarındakinden maksat ise dünyaya teşvik etmektir» diyor. Onlar üzerinde kavi hak oldu»; yani onlardan önce kâfir üm­metlerin Üzerine vacip olan azap onlara da vacip oldu. Bu Kur'an'î dinlemeyin», yani O'na itaat etmeyin. Onda lağv yapınız»; İbn Abbas'a göre, Muhammed Kur'an okuduğu zaman onun yüzüne karşı bağırın ki ne dediğini bilme-sin» demektir. Bazıları Onlar Kur'an'a karşı aciz kaldıklarında bu bağınşmalara başvurdular» demişlerdir. Mücahid Islık çal­mak, el çırpmak, karmakarışık konuşmalar yapmak suretiyle ona müdahale edin ki o da mânâsız bir işe dönüşsün» demiştir. Dah-hak ise Çok konuşun ki Muhammed karıştırsın» demiştir. Kâfirler ateşte dediler ki Rabbimte! Cinlerden ve İnsan­lardan bizi saptıran iki kişiyi bize göster.» Bu iki kişiden maksat İblis ve Habü'i öldüren Kabil'dir. Bu yorum İbn Abbas ve tbn Mesud'dan gelmiştir. Şu merfu hadis, bu yorumu desteklemektedir Hiçbir müslüman yoktur ki zuU men öldürülsün de ük katil olan Ademoğlu Kabil'in boynunda onun günahının bir dengi olmasın. Çünkü ük öldürmeyi o adet et­miştir» Tirmizi. Bazıları Burada cins kastedilmiş ve tesniye kullanılmıştır, çünkü cinler ve insanlar ayrı cinstir» demişlerdir. Esfelinden olsunlar», yani ateşin en alçak derekesinin ehlin­den olsunlar. [9] Meal 30- Rabbimiz Allah'tır» eleyip sonra istikamet üzere yürü­yenlerin üzerine melekler inerler ve onlara Korkmayın, üzülme­yin. Size vaadolunan cennetle sevinin» derler. 31/32- Biz dünya hayatında da Ahiret'te de sizin dostları­nız ve yardımcılarınız». Çok affeden, çok merhamet eden Allah dan bir ziyafet olmak üzere burada canlarınızın çektiği her şey sizindir. Burada istediğiniz her şey vardır.» 33- Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve Şüphesiz ki ben müslümanlardamm» diyenden daha güzel sözlü kim vardır? 34- İyilikle kötülük bir değildir. Ey Rasûlüm! Sen kötülüğü en güzel olanla önle! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan bir kimse sanki yakın bir dostun oluvermiştir. 35- Bu haslete, ancak sabredenler kavuşturulur. Buna an­cak büyük pay sahibi olan kimse eriştirilir. 36- Eğer şeytandan kötü bir düşünce, seni dürtecek olursa derhal Allah'a sığın. Çünkü o hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir. 37- Gece de, gündüz de, güneş de, ay da O'nun ayetlerin-dendir. Eğer sadece Allah'a ibadet ediyorsanız güneşe de, aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin! 38- Yine de onlar büyüklük taslarlarsa bilsinler ki Rabbi-nin yanında bulunanlar melekler, gece gündüz Onu teşbih 'i ederler ve hiç usanmazlar. [10] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 30-38 Rabbimiz Allah'tır» deyip...» Bu Ayetlerin Tefsiri Ata'nın îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre 30, 31 ve 32. ayet­ler Hz. Ebubekir Sıddık hakkında nazil olmuştur. Çünkü müşrik-ler Bizim Rabbimiz Allah, melekler de onun kızları; putlar da bi­zim Allah katında şefaatçilerimizdir» dediklerinde Hz. Ebubekir Rabbimiz, sadece Allah'tır. Onun ortağı yoktur. Muhammed onun kulu ve Rasûlü'dür» demiştir. Onlar üzerine melek iner», yani ölüm halinde. Bunu îbn Zeyd ve Mücahid söylemiştir. Katade ve Mukatil Kabirlerinden haşr için çıktıklarında demektir» demişlerdir. İbn Abbas Bu bir müj­dedir, Ahiret'te melekler tarafından onlara verilir» demektedir. Veki' ve İbn Zeyd ise Üç yerde müjde verilir Ölüm anında, kabir­de ve haşr anında» derler. 32. ayetin metnindeki Nuzulen» kelimesi rızık ve ziyafet mâ­nâsına gelir. Bu ayetin tafsilatı Al-i İmran Suresi'nde geçmişti. Bazıları Nuzulen, nazilin çoğuludur» demiştir. Yani indiğiniz anda, cennete girdiğiniz anda sizin için istedikleriniz vardır. Allah'a davet eden, iyi iş yapan...» cümlesi Kur'an hakkında lağv yapm» diyenlere bir kınama, bir tevbihtir. Ayetin mânâsı Kur'-an'dan daha güzel hangi söz olabilir? Allah'a ve sadece O'na iba­dete çağıran Hz. Muhammed'den daha güzel sözlü kim olabilir? şeklindedir. îbn Şirin, Süddi ve Hasan Basri Bu, Allah'ın Rasûlü'dür» demiştir. Hasan Basri, bu ayeti okuduğu zaman Bu, Allah'­ın Rasûlü, Allah'ın habibi, Allah'ın dostudur. Allah'ın mahlûklar arasında seçtiğidir. Allah onun çağrısını kabul etmiştir. Onun için kabul ettiği çağrıya insanlan da çağırmıştır» demiştir. Aişe validemiz, Ikrime, Kays bin Ebi Hazim ve Mücahid Bu ayet müezzinler hakkında nazil olmuştur» demişlerdir. İbn'ul-Arabi Birincisi daha sıhhatlidir. Zira ayet Mekkî'dir, ezan ise Medine Dönemi'nde nazil olmuştur» der. Ezan ancak bil-mânâ bu ayetin kapsamına girmiş olur. Zira bu ayet indiği zaman ezanı kapsamak kastı güdülmemekteydi. Başka bir yorum daha vardır ve en güzeli de odur. Hasan Bas­ri şöyle diyor Bu ayet Allah'a çağıran herkes için inmiştir». Kays bin Hazm da Bu ayet her mümin hakkında inmiştir» diyor. Kim ki salih amel işlerse» ifadesinin mânâsı ezan ile ikame arasındaki namazdır. Ebu Umame böyle dedi. Çünkü onun dedi­ğine göre Rasûl-ü Ekrem ezan ile kamet arasında iki rekât namaz kılmıştır. Ikrime'ye göre Kim salih amel işlerse» cümlesinin mânâsı Namaz kılar ve oruç tutarsa»6ıx\ Yani şu gelen üç noktaya dik-kat edip 1- Yani Allah'ın tevhid ve taatine davet ederse. 2- Taatleri işlemek, haramlardan sakınmak suretiyle salih amelde bulunursa, 3- Islâmı din edinip Rabbine ihlasla dönüş yaparsa, O in­sanların söz bakımından en güzelidir. Hasene ile seyyie bir olmaz». îbn Abbas Hasene lâ ilahe iÜ lâllah, seyyie de Allah'a ortak koşmaktır» demiştir. Bazıları Ha­sene taat, seyyie şirktir» derler. Kötülüğü, en güzel olan şeyle sav» cümlesi savaşı ilân eden ayetle neshedilmiştir. Bunun artık mustahab olanı kalmıştır. İbn Abbas Hüminle, sana karşı cehalet işleyen cahilin cehaletini dc-fet demektir» der. Buna ancak sabredenler kavuşturulur» cümlesindeki zamir, bu şerefli fiil veya şerefli haslete, ancak öfkelerini yutan, eziyet­lere sabreden, ancak hayırdan büyük bir nasibi olan kavuşur mâ-nâsmdadır. Büyük nasib»ten maksat, Katade ve Mücahid'e göre cennet­tir. Yulekkaha» fiilinin sonundaki zamir, bazı müfessirlere göre cennete racidir. Yani cenete ancak sabredenler mülaki olurlar. Rabbinizin katında bulunup da gece gündüz teşbih edenler» den maksat meleklerdir.. İbadet onları usandırmaz. Evet, bu ayet secde ayetidir. Hangi lâfızda secde edileceği hususu ihtilaflıdır. Ma­lik Eğer O'na kulluk yapıyorsanız kelimesi okunduktan sonra secde yapılacaktır» diyor. Hz. Ali ve İbn Mesud, Ta'budune, O'na kulluk yapıyordunuz mânâsını ifade eden fiil okunduğunda sec. de edilir» demişlerdir. İbn Vehb ve Şafii Onlar usanmazlar» lâf. zı okunduktan sonra secde edileceğini söylemişlerdir. Ebu Hanife de aynı görüştedir. îbn Huveyzi Mendad Bu ayet ay tutulması husuf, güneş tu­tulması kusuf namazını içermektedir» diyor. Bunun nedeni Arap-lar'ın Ay ve güneş ancak büyük bir insanın ölümü anında tutulur­lar» demeleridir. Hz. Peygamber bunun üzerine kusuf namazım kıl-mıştır. Kusuf namazı Buhari, Müslim ve diğer sahihlerde de sa­bittir. Fakat nasıl kılınacağı hususunda, bunun keyfiyetinde ihtilâf vardır. Sahih-i Buhari'deki rivayet kâfidir. Zira bu hususta o ken­disine güvenilen bir eserdir. [11] Meal 39- O'nun Allah'ın ayetlerinden biri de şudur Sen yer­yüzünü boynu bükük ve kupkuru görürsün. İşte yeryüzü a hal­de iken biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman hareket eder ve kabanr. Ona can veren Allah elbette ölüleri de diriltendir. O her şeye kadirdir! 40- Ayetlerimiz konusunda doğruluktan ayrılanlar bize giz­li kalmazlar. Öyle ise ateşin içine atılan mı yoksa Kıyamet Günü güvenle gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. O, yaptıklarınızı görmektedir. 41- Kendilerine geldiği zaman zikri Kur'an'ı inkâr eden­ler de bizim malûmumuzdur. Kuşkusuz ki o, muhkem bir ki­taptır. 42- Ne önünden ne de arkasından o kitaba bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi ve övülen bir zatın katından indirilmiştir. 43- Ey Rasûlüm! Sana sadece, senden önceki peygamber­lere denilenler söylenmektedir. Şüphesiz ki senin Rabbin hem mağfiret, hem de elem verici azap sahibidir. 44- Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'an kılsaydık mu­hakkak Ayetleri türlü türlü açıklanmalı değil miydi? Arap bir muhataba Arapça olmayan bir kitab mı?» derlerdi. Ey Rasû­lüm! De ki O iman edenler için hidayet ve şifadır, tman et­meyenler ise, onların kulaklarında ağırlık vardır. Kur'an onların üzerinde bir körlüktür. Sanki uzak bir yerden çağrılıyorlar. 45- Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı Tevrat'ı verdik. Onda da ihtilâf edildi. Ey Rasûlüm! Eğer Rabbinden bir söz geçmiş ol­masaydı aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'an hakkın­da şüpheci bir tereddüt içindedirler. 46- Kim salih bir amel işlerse hiç şüphe yok ki bu kendi lehinedir. Kim kötülük yaparsa o da onun aleyhinedir. Ey Ra­sûlüm! Rabbin kullarına asla zulmedici değildir. [12] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 39-46 O'nun Allah'ın ayetlerinden biri de...» Bu Ayetlerin Tefsiri Ayet metnindeki Haşieten» kelimesi kupkuru ve çekilmiş de­mektir. Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer ve şişer». Buradaki sudan maksat yağmurdur. Yağmur yere düştükten sonra yer bitkileri bitirmek üzere şişer ve bitkiler topraktan fırlar, dışa­rı çıkarlar. Yeri ölümünden sonra dirilten Allah ölüleri de haşre gönder­mek suretiyle dirilticidir». Allah her şeye —ki ölüleri diriltmek de dahildir— kadirdir. Sonsuz bir kudrete sahiptir. 40. ayetin metnindeki Yîdhidune» fiili Kur'an ayetlerini tevil etmekle inhiraf ederler demektir. Yani sıhhat ve doğrulukla yapı­lan tevili bırakır, bâtıl mânâlarla onları yorumlarlar. Katade İlhad burada yalanlamak mânâsındadır» der. Müca-hid'e göre Islık çalmak, et çırpmak, lağv yapmak» demektir. Bu takdirde ayetin mânâsı şöyledir Doğru olana meyledip ayetlerin şanına lâyık olanı bırakıp, tersine gidenler Kur'an'ı yalanlıyorlar demektir. Ayâtina» kelimesinden, Allah katından gelen bütün kitaplar kastedilmiş olabilir. İlhad'dan da maksat lâfzı tağyir ve tebdil et­mektir. Tabii bu ilhad sadece Kur'an'da yapılmamıştır. Ebu Malik Ayât» kelimesini delillerle tefsir etmektedir. Ayet­lerin hakkındaki ilhad, onların delâlet ettiği mânâlara tân etmek ve bu mânâlardan yüz çevirmek demektir. Onların ihladlarından dolayı cezaları bize gizli kalmaz» aye­ti onlar için bir tehdittir. Acaba ateşe atılanlar mı daha hayırlıdır yoksa Kıyamet Gü-nü'nde emin olarak gelen mi» cümlesi cezanın keyfiyetine ve nasıl olacağı hususuna dikkati çekmektedir. Bu ayet kâfirler ve mümin­ler hakkında geneldir. Dilediğinizi yapın» cümlesi kâfir ve mülhidler için şiddetli bir tehdittir. Yoksa Cenab-ı Hak burada onlara dilediklerini yap­malarını emrediyor değildir. Zikirden maksat Kur'an'dır. Yani Kur'an onlara gelir gelmez, aradan herhangi bir zaman geçmeden, Kur'an hakkında düşünüp tefekkür etmeden hemen inkâra kalkıştılar. Kesinlikle o zikir, aziz bir kitaptır. Yani onun benzeri yoktur. Veya onunla gerçek mânâ­da hiç kimse muaraze edemez. Bazıları Aziz, yani bütün kitapları neshetmiştir demektir» dediler. İbn Abbas Allah katında kerimdir mânâsına gelir» demek­tedir. [13] Rabbimizin Cezası Kesinlikle Rabbin mağfiret ve elem verici cezanın sahibidir»[14] Kit Ab Burada Neye Benzetilmiştir? O kitaba hiçbir taraftan bâtıl katılamaz»; önünden ve arka. sından bâtıl gelmez. Yani hiçbir tarafından bâtıl ona nüfuz edemez. Burada kitap, bahçesini her taraftan koruma altına alan bir kimseye benzetilmektedir. \O bahçeye düşmanları giremezler. Kur'­an da Cenab-ı Hak'kın aşılması mümkün olmayacak şekilde hima­yesi altındadır. Veya Kur'an'a geçmiş haberler, gelecek emirler hakkındaki cihetlerine bâtıl katılamaz. Hamîd» kelimesi çok övülen demektir. Cenab-ı Hak vermiş olduğu nimetlerden dolayı kullan tarafından övülür. O nimetler­den biri de Kitab-ı indirmesidir. Cenab-ı Hak'ka hâl lisaniyle ham-detmek, nimete inazhar olan her şeyden gelir. Dil ile ona hamdet-mek de hamdetmeye muvaffak olanlardan gelir. 41. ayetin başındaki İnne» kelimesinin ismi ellezînedir. Ha­beri hususunda değişik yorumlar getirilmiştir. Bir grup, Kendi­lerine zikir geldiğinde onu inkâr eden muanniddirler; helak olmuş­lardır» demiştir. Yani haberi muannidun veya halikun kelimesi olarak takdir edilir. 43. ayet Rasûl-ü Ekrem için bir tesellidir. Yani kavminin için­deki kâfirlerin senin ve sana gelen Kur'an hakkında söyledikleri, senden önceki peygamberler ve onlann kitaplan için de söylen­miştir. Yani bu tan, bu hücum sadece sana değü, senden önceki peygamberlere de yapılmıştır. cümlesi sabrın nedenini teşkil eder. Sanki şöyle denilmektedir Sana ancak senden Önceki peygamberlere söylenenler denilmekte­dir. Onlar sabır gösterdiler. Sen de sabret. Çünkü Rabbin dostları için büyük bir mağfiret sahibi, düşmanları içinse elem verici bir ceza sahibidir. Dostlarına yardım edecek, düşmanlarından da in­tikam alacaktır. [15] Acem Dilinden Maksat Nedir? 44. ayet müşriklerin Niçin Kur'an acem yabancı dille in­medi?» diye itiraz edenlere cevaptır. Eğer biz o zikri Kur'an'ı Arapça olmayan bir dille indirseydik, ıdçin ayetleri bizim anladu ğımız bir dille açıklanmamış diye itiraz edeceklerdi.»' Ve kitap yabancıdır ve muhatapları da Araplar'dır, diyerek inkâra kaçacak­lardı. Hulâsa; eğer Kur'an onların istedikleri şekilde indirilmiş ol­saydı Kur'an'ı yine inkâr edeceklerdi ve şöyle diyeceklerdi Sen nerede, Acemler nerede? Veya biz nerede, Acemler nerede? A'cemiyyun» kelimesinin başındaki hemze, istifham harfidir. İkinci hemze ise kelimenin esasındandır. Cumhur A'cemiyyun» şeklinde okumuşlardır. Bunun aslı A'cem'dir. Bundan maksat da kelâmı anlaşılmayan kişi, dilinde pelteklik veya gariplik olması nedeniyle sözleri anlaşılamayan kişidir. O kâfirlerin sözlerini reddetmek maksadıyla de ki O, iman edenler için hüdadır», yani hakka hidayet edicidir. Şifadır, yani göğüslerdeki şek ve şüpheyi sökücüdür. İman etmeyenlere gelin­ce, onların kulaklarında ağırlık vardır. Onlar işitmezler. O Kur'an onlar üzerinde bir körlüktür.» Bu cümlede Cenab-ı Hak Lam» değil Alâ» harfini kullanmış­tır. Bu körlüğün, onların her tarafını istila ettiklerine işaret eder. îşte bu sıfatlara sahip olanlar adeta uzak bir yerden çağrılmaktadırlar. Bu cümle onların anlayışsızlıktaki hallerini, Kur'an'dan ya­rarlanmadıklarını temsil etmektedir. Sanki uzak bir mesafeden ça­ğırılan, sesi işiten fakat manâsım ve tafsilatını anlamayan veya se­si de işitmeyen, mânâyı da anlamayan kimseler gibi onlar da uzak­tan çağrılmaktadırlar. Lügat alimleri, anlamayan bir kimse için Sen uzak bir yer­den çağrılmaktasın» demişlerdir. Kur'an'da bu mânânın kastedildi­ği hususu, Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. Mücahid ve Dahhak Kur'an burada hakikati üzerindedir. On­lar Kıyamet Günü'nde kâfirlikleriyle, çirkin amelleriyle, en çirkin isimleriyle uzaktan çağınlmaktadırlar. Ki bu çağrıyı haşrdeki bü­tün insanlar işitir. Böylece onların aleyhindeki bu propaganda bü­yüdükçe büyür; musibetler arttıkça artar» demektedirler. Hulâsa Kur'an müminler için şifadır, hidayet edicidir. Şüphe­leri defetmek için kâfidir. Onun için müminlerin diliyle gelmiştir, mucizdir. Onların nefislerini olduğu gibi, başkalarını da açıklayı­cıdır. İman etmeyenler ise bu faydadan uzaktırlar. Andolsun, Musa'ya kitabı verdik» cümlesi mustenifedir. Ki­taplar hakkında ihtüaf etmenin eski ümmetler için de vaki olduğu ve bunun eski bir adet olduğu bilinmektedir. Ey Muhammedi Sa­dece senin kavmine mahsus değildir. Bu, tıpkı şu ayet gibidir Sa­na ancak senden önceki peygamberlere söylenilen söylendi.» Ayetin hulâsası şudur Andolsun ki biz Musa'ya Tevrat'ı ver­dik. İsraüoğullan onda ihtilâfa düştü. Kimisi tasdik etti, kimisi de yalanladı. Senin kavminin de Kur'an karşısındaki durumları böy. ledir. Kimi iman eder, kimi kâfir olur. Eğer Kur'an'ı yalanlayan ümmetin hakkında Cenab-ı Hak'kın vaadi olmasaydı —ki Allah Kı-yamet'te müminler ile kâfirler arasında hükmedeceğini vaadetmek-tedir, meselâ Kıyamet onların vaadedildiği yerdir» ayetinde veya Lâkin onları belli bir ecele tehir ediyor» ayetinde olduğu gibi Kur'an'ı yalanlayanların köklerini kazımak suretiyle hükmedile-cekti. Kavminin kâfirleri Kur'an hakkında ızdırab verici bir şüp­he içindedirler. Veya yahudiler Tevrat hakkında vesvese verici bir şüphe içerisindedirler. Kim kitaplara iman eder, onların muktezasınca amelde bulu­nursa bu ameli kendisi için yapmış olur. Yani yaran kendisine ait­tir. Kim kötülük yaparsa zararı onundur, başkasına değildir. Rab-bin kullara zulmedici değildir. Çünkü zulmün Allah'tan sadır ol­ması muhaldir. [16] Meal 47- Kıyamet'in ne zaman kopacağını bilmek Allah'a aittir. O'nun ilmi olmadıkça hiçbir yemiş kabuğundan çıkmaz. Ve hiç­bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. O gün Allah onlara Bana eş koştuğunuz ortaklarım nerede?» der. Onlar da İçimizden bu­na şehadet edecek bir kimsenin bulunmadığını sana bildirdik» derler. 48- Daha önce çağırdıkları taptıkları mabudlar onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur. Onlar kendileri için kaçacak bir yer ol­madığını anlamışlardır. 49- İnsan hayrı istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir şey dokununca hemen üzülür, ümitsizliğe kapılır. 50- Eğer insana dokunan kötülükten sonra ona tarafımız­dan bir rahmet tattırsak muhakkak Bu benim hakkımdır. Kı­yametin kopacağını sanmıyorum. Andolsun ki Rabbime döndü rül-sem bile O'nun katında benim için daha güzeli vardır» der. Biz kafirlere yaptıklarını muhakkak haber vereceğiz ve onlara ağır bir azabtan da muhakkak tattıracağız. 51- Biz insana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir; yan çi­zer. Kendisine bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur. 52- Ey Rasûlüm! De ki Bana haber verin. Bu Kur'an Allah tarafından olduğu halde ona inanmıyor, onu tanımıyorsa­nız haktan uzak bir ayrılık içinde kalan kimseden daha sapık kim olabilir?» 53- Biz onlara, ayetlerimizi ufuklarda da kendi nefislerin­de de göstereceğiz ki onun Kur'an'm hak olduğu kendilerine apaçık görünsün. Ey Rasûlüm! Rabbinin her şeye hakkıyla şa-hid olması sana yetmez mi? 54- İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşmak hususunda şüphe içindedirler ve iyi bilin ki o her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. [17] Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 47-54 Kıyametin ne zaman kopacağını...» Bu Ayetlerin Tefsiri Saatin ilmi Allah'a havale edilir»; yani Kıyametsin ne zaman kopacağı sorulunca Allah bilir» veya Onu ancak Allah bilir» şek­linde cevap ver. Bu cümleden maksat, bu gibi suallere müminlerin nasıl cevap vereceklerini öğretmektir. İki cevap ta saat ilminin Cenab-ı Hak'ka mahsus olduğunu göstermektir. Onu ancak Allah bilir» cümlesinden bu zaten açıkça anlaşılmaktadır. Allah bilir» cümlesi ise sana bir sual sorulduğunda, sen Falan adam onu bi­liyor» dersen, bunun mânâsı, onun bilgisinin sende olmadığını söy­lemen demektir. Ekmam» kelimesi Kimm» kelimesinin çoğuludur. Meyvenin kabuğu, çiçeği demektir. Yani çiçeklerinden, kaplarından çıkan meyveleri, dişinin yüklendiği ile bıraktığı hamli ancak Allah'ın il­miyle olur. Hatırlat o günü ki, onlara Sizin iddia ettiğiniz ortaklarınız nerede? diye seslenilir». Cenab-ı Hak bu çâğn ile onlan tahkir et meyi, hafife almayı kastetmektedir. îşte o çağırılanlar da şu ce­vabı verirler Sana, içimizde onların sana ortak olduğuna şahitlik edecek kimse olmadığına dair haber verdik. Onların daha önce çağırdıkları, kendilerinden uzaklaştılar. On­lar bir kaçış yeri olmadığına kesinlikle inandılar. Zan» kelimesi burada kesinlik mânâsı ifade eder. Nitekim Süddi böyle söylemiştir. Zarının ilim kesinlik mânâsına geldiği çok variddir. Manisa kelimesi kaçış yeri demektir. İnsan durmadan nzık-ta genişlik ve maişet sebepleri ister. Fakat ona bir darlık, bir zor­luk dokundu mu o, Allah'ın lütfundan ümitsiz olur, rahmetinden ümidini keser. Bu, kafir insanın sıfatıdır. Nitekim ayet de, Velid bin Muğire veya Utbe bin Rebia hakkında nazil olmuştur. Rabbime götürülsem bile muhakkak ki onun yanında benim için daha güzeli vardır». Kâfir bir kişi, dünyada zengin olduğu za­man bunun Allah'ın keremi olduğunu düşünmez. Bu benim hak­kımdır, bunu aklımla kazandım, Ahiret'e inanmıyorum, fakat var­sa, orada da en güzel nasib benim olacaktır der. 52. ayetteki Eraeytum» tabiri, bana haber verin demektir. Şikak» kelimesi ise hilaf mânâsını ifade eder. Şikakta olanlar mu­hataplardır. Yani eğer Kur'an Allah katından gelmişse, sonra da siz onu inkâr ederseniz, bana haber verir misiniz, sizden daha sapik kim vardır? [18] Allah'ın Afaki Ve Enfusi Ayetleri Biz onlara ayetlerimizi afakta ve nefislerinde göstereceğiz.» Ayetler burada Rasûl-ü Ekrem'in halifelerinin ve ashabının eliyle yapılan fütuhattan kinayedir. Çünkü bu fütuhatlar İslâm'ın kuv­vetine, müslümanlann hak üzerinde olduğuna delâlet etmektedir. Bâtılın ve bâtıl üzerinde olanların çok zayıf bir durumda olduk. larını ifade eder. Afak» kelimesi etraf demektir. Tekili ya ufuk veya efaktir. Yani onlara etrafta ayetlerimizi umumi olarak, doğudan batıya, şimalden cenuba kadar göstereceğiz. Bu gösterme mutlaka ola­caktır. Ayrıca nefislerinde Arap Yanmadası'nda göstereceğiz ki onlara Kur'an'ın hak olduğu görünsün. Ona ne önden ne arkadan, ne sağdan ne soldan, hiçbir cihetten bâtıl karışamaz, O hakkın ta­mamıdır, Allah katından gelmiştir. Allah da her gayb ve şehadete muttalidir. Bunun için Kur'an'ı yüklenenlere yardım etmiştir. Bun­da Cenab-ı Hak'kın Kıyamet'e kadar fethi müslümanlara müyesser edeceğine dair işaret vardır. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?» cümlesi birçok şekilde tefsir edilmiştir. Meselâ Onlar afakta ve nefislerinde gös­terilen ayetlerin Kur'an'ın hak olduğuna delâlet ettiğini inkâr etti­ler. Cenab-ı Hak'kın her şeye muttali olması, her şeyi bilmesi, se­nin galib onların da mağlûp edilmesini gerektiren hallerini ve on­ların hallerini bilmesi onlara delil olarak yetmez mil» Mekke'nin dışında kalan ufuklar dünyanın etrafıdır. Nefisle, rinden maksat, daha önce söylediğimiz gibi Mekke'dir veya ruh­ları, özleri demektir. Evet, bu ayet Kur'an ayetlerinin diğer ufuk­larda olduğu gibi Arap Yarıma,dası'nda da yayılacağını ve o zaman hakkın ortaya çıkacağını bize haber vermektedir. Bu, Kur'an'ın bir mucizesidir. Ufuklar dış, nefisler de iç dünyadır. Kur'an ayetlerinin iç ve dış mânâları olduğu ileri sürülmüştür. Yine bu ayetten ilmin iki önemli kaynağı olduğu anlaşılmaktadır Duyulara dokunan dış dünya ve insanın iç hazırlıklarıdır. Düşünce neticesinde insanın bilgisinin bu iki kaynaktan doğup geldiği görülmektedir. 54. ayetin metnindeki Mirye» kelimesi büyük bir şüphe de­mektir. Yani onlar Kıyamet'in kopması hususunda büyük bir şüp­he içerisindedirler. Zira ölüler paramparça olmuş, toprağa karışmıştır. Onların yeniden biraraya getirilerek diriltilmesi onlara çok uzak bir ihtimal olarak görülmektedir. iyi bilin ki O her şeyi kuşatmıştır.» Bu ayet o büyük şüpheye terettüp eden korkunç durumu açık­lamaktadır. Yani Cenab-ı Hak her şeyi en mükemmel şekilde bi­lir. Gizli olan şeylerin hiçbiri O'na gizli kalmaz. Allah onlara kü. türlerinden ve bu şüphelerinden Ötürü ceza verecektir. Bazıları Bu cümle onların şüphesini, haşr hakkındaki sekle­rini ortadan kaldırmak içindir» demiştir. Yani Allah bütün eşya­yı, tafsillerini bilicidir. Onları yeniden, hiçbir şeyi eksik bırakmak­sızın biraraya getirmeye kadirdir. Bazıları Onlara ayetlerimizi afakta ve nefislerinde gösterece­ğiz ayetinin kâfirler için bir tehdid olduğunu söylemişlerdir. Yani müslümanlar Mekke etrafındaki bütün kıtaları fethedecektir. Onların nefislerinde» tabiri de Mekke'ye işarettir denilmiştir. Dahhak ve Katade Afak'tan maksat yeryüzünün kıtalarında peygamberleri yalanlayan ümmetlerdir. Nefislerinden maksat da Bedir Günü'dür» demişlerdir. Çünkü Bedir Günü hakkı .getirene Allah'ın yardım edeceğine, peygamberleri yalanlayanlara ise mağ­lubiyet vereceğine delâlet eder. Böylece bu Rasûl-ü Ekrem'in ve Kur'an'ın hak olduğuna delâlet etmiş olur. Yeryüzünün kıtalarında gösterilecek ayetlerden maksat, güneş, ay, diğer yıldızlar, rüzgârlar, dağlar; nefislerinde gösterilen ayet. ler de sanatın lâtifi,'hikmetin bediidir. [19] FÜSSİLET SURESİ'NİN SONU Fussilet Sûresi Türkçe Anlamı ve Meali Nedir? Fussilet sûresini, Kur'an-ı Kerim'den veya farklı bir kitaptan okumak için mutlaka abdest alınmalıdır. Mümin kadınlar regl olduğu zaman, ibadete ara vermek zorundadır. Böyle zamanlarda, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve Kur'an okuyamazlar. Fakat takva sahibi kadınlar Kur'an-ı Kerim'de yer alan sûreleri, hatta Kur'an'ın tamamını ezbere bilebilirler. Fussilet sûresini ve mealini abdestsiz olarak ezberden okuyabilirler. Bunun dini açıdan bir mahsuru yoktur. Fussilet, namaz sûresi değildir. Dolayısıyla, namazda okunması farz değildir. Fussilet sûresi Türkçe meali şu şekildedir Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Mîm. Kur'an, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan indirilmedir. bilen bir toplum için Arapça bir Kur'an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır. ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler. ki "Ey Muhammed! Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O halde sen istediğini yap, şüphesiz biz de istediğimizi yapacağız." ki "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a ortak koşanların vay haline!" zekatı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkar ederler. iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfât vardır. ki "Siz mi yeri iki günde iki evrede yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir." dört gün içinde dört evrede, yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti. duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler. onları, iki günde iki evrede yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. yüz çevirirlerse onlara de ki, "Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım." onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından3 gelmiş, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin" demişler, onlar da, "Eğer Rabbimiz dileseydi Peygamber olarak melekler indirirdi. Bu sebeple biz sizinle gönderilenleri inkar ediyoruz" demişlerdi. kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, "Bizden daha güçlü kim var?" demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı. de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez. kavmine gelince biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı. ve Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık. düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla! cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler. derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri, "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz?" 22."Siz günahları işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz." 23."İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz." eğer dayanabilirlerse artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler onlara izin verilmez. onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz azap, onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı. edenler dediler ki "Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın." edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız. böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkar etmelerinin cezası olarak orada onlar için ebedilik yurdu vardır. 29.Ateşe giren inkârcılar şöyle derler "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar." "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki "Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken vadedilmekte olan cennetle sevinin!" 31, 32."Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah'dan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var." çağıran, salih amel işleyen ve "Kuşkusuz ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak hayırdan ve olgunluktan büyük payı olanlar kavuşturulur. şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. gündüz, güneş ve ay Allah'ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin. onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar melekler, gece gündüz hiç usanmadan onu tespih ederler. varlığının delillerinden biri de şudur Sen yeryüzünü boynu bükük kupkuru görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz o, her şeye gücü hakkıyla yetendir. konusunda yalanlama amacıyla doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz o, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir. kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o çok değerli ve sağlam bir kitaptır. ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir. ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir. biz onu başka dilde bir Kur'an yapsaydık onlar mutlaka, "Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi. De ki "O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. Sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor da anlamıyorlar." Biz Mûsâ'ya Kitab'ı Tevrat'ı vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zerre kadar zulmedici değildir. ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O'na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O'nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O'nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, "Nerede bana ortak koştuklarınız?" diye seslendiği gün şöyle derler "Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok." önce yalvardıkları tanrılar onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır. hayır mal, mülk, genişlik istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır. Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka "Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun, onlara mutlaka ağır azâptan tattıracağız. nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur. ki "Ne dersiniz? Eğer o Kur'an Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?" delillerini, kainattaki uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır. Fussilet Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 54 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyette geçen ve Kur’an âyetlerini niteleyen “fussilet” ifadesinden almıştır. “Fussilet”, “genişçe açıklandı” demektir. Sûre, ayrıca “Hâ Mîm es-Secde” diye de anılır. Sûrede başlıca hakka davet, batılda ısrar edenlerin uyarılması, vahyin insanlar üzerindeki ahlâkî ve manevî etkileri konu Suresi Arapça OkuFussilet Suresi Arapça DinleFussilet Suresi Türkçe OkuFussilet Suresi Türkçe Meali OkuFussilet Suresi Türkçe Meali DinleFussilet Suresi KonusuFussilet Suresi NuzülFussilet Suresi FaziletiFussilet Suresi Hakkında Sıkça Sorulan SorularFussilet Suresi TefsiriFussilet Suresi HakkındaFussilet Suresi Arapça OkuFussilet Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Arapça 1. Sayfaبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِحٰمٓۜ١تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ٢كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَۙ٣بَش۪يراً وَنَذ۪يراًۚ فَاَعْرَضَ اَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ٤وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّـنَا عَامِلُونَ٥قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُـكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ٦اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ٧اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ۟٨قُلْ اَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَرْضَ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَـهُٓ اَنْدَاداًۜ ذٰلِكَ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۚ٩وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ ف۪يهَا وَقَدَّرَ ف۪يهَٓا اَقْوَاتَهَا ف۪ٓي اَرْبَعَةِ اَيَّامٍۜ سَوَٓاءً لِلسَّٓائِل۪ينَ١٠ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعاً اَوْ كَرْهاًۜ قَالَـتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِع۪ينَ١١Fussilet Suresi Arapça 2. Sayfaفَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ١٢فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ١٣اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ١٤فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ١٥فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ١٦وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ١٧وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟١٨وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ١٩حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ٢٠Fussilet Suresi Arapça 3. Sayfaوَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ٢١وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ٢٢وَذٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذ۪ي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ اَرْدٰيكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ٢٣فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ٢٤وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟٢٥وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ٢٦فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ٢٧ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ لَهُمْ ف۪يهَا دَارُ الْخُلْدِۜ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ٢٨وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ٢٩Fussilet Suresi Arapça 4. Sayfaاِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ٣٠نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ٣١نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟٣٢وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ٣٣وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ٣٤وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُوحَظٍّ عَظ۪يمٍ٣٥وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ٣٦وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ٣٧فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ٣٨Fussilet Suresi Arapça 5. Sayfaوَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ اِنَّ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ٣٩اِنَّ الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَاۜ اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ٤٠اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ٤١لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ تَنْز۪يلٌ مِنْ حَك۪يمٍ حَم۪يدٍ٤٢مَا يُقَالُ لَكَ اِلَّا مَا قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَۜ اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ٤٣وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟٤٤وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ٤٥مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ٤٦Fussilet Suresi Arapça 6. Sayfaاِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ٤٧وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ٤٨لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ٤٩وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ٥٠وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ٥١قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ٥٢سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ٥٣اَلَٓا اِنَّهُمْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ٥٤Fussilet Suresi Arapça DinleFussilet Suresi Arapça Dinle, Fussilet Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi Türkçe OkuFussilet Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir miner rahmanir fussilet ayatuhu kur’anen arabiyyen li kavmin ya’ ve nezira, fe a’rada ekseruhum fehum la kalu kulubuna fi ekinnetin mimma ted’una ileyhi ve fi azanina vakrun ve min beynina ve beynike hicabun fa’mel innena innema ene beşerun mislukum yuha ileyye ennema ilahukum ilahun vahidun festekimu ileyhi vestagfiruh, ve veylun lil la yu’tunez zekate ve hum bil ahireti hum amenu ve amilus salihati lehum ecrun gayru e innekum le tekfurune billezi halakal arda fi yevmeyni ve tec’alune lehu endada, zalike rabbul ceale fiha revasiye min fevkıha ve bareke fiha ve kaddere fiha akvateha fi erbeati eyyam, sevaen lis iles semai ve hiye duhanun fe kale leha ve lil ardı’tiya tav’an ev kerha, kaleta eteyna Suresi Türkçe 2. SayfaFe kadahunne seb’a semavatin fi yevmeyni ve evha fi kulli semain emreha ve zeyyennes semaed dunya bi mesabiha ve hıfza, zalike takdirul azizil in a’radu fe kul enzertukum saıkaten misle saıkati adin ve caethumur rusulu min beyni eydihim ve min halfihim ella ta’budu illallah, kalu lev şae rabbuna le enzele melaiketen fe inna bima ursiltum bihi emma adun festekberu fil ardı bi gayril hakkı ve kalu men eşeddu minna kuvveh, e ve lem yerev ennellahellezi halakahum huve eşeddu minhum kuvveh ve kanu bi ayatina erselna aleyhim rihan sarsaran fi eyyamin nahisatin li nuzikahum azabel hizyi fil hayatid dunya, ve le azabul ahireti ahza ve hum la emma semudu fe hedeynahum festehabbul ama alel huda fe ehazethum saıkatul azabil huni bima kanu necceynellezine amenu ve kanu yevme yuhşeru a’daullahi ilen nari fe hum iza ma cauha şehide aleyhim sem’uhum ve ebsaruhum ve culuduhum bima kanu ya’ Suresi Türkçe 3. SayfaVe kalu li culudihim lime şehidtum aleyna, kalu entakanallahullezi entaka kulle şey’in ve huve halakakum evvele merretin ve ileyhi ma kuntum testetirune en yeşhede aleykum sem’ukum ve la ebsarukum ve la culudukum ve lakin zanentum ennellahe la ya’lemu kesiren mimma ta’ zalikum zannukumullezi zanentum bi rabbikum erdakum fe asbahtum minel in yasbiru fen naru mesven lehum ve in yesta’tibu fe ma hum minel mu’ kayyadna lehum kurenae fe zeyyenu lehum ma beyne eydihim ve ma halfehum ve hakka aleyhimul kavlu fi umemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins, innehum kanu kalellezine keferu la tesmeu li hazel kur’ani velgav fihi leallekum le nuzikannellezine keferu azaben şediden ve le necziyennehum esveellezi kanu ya’ cezau a’daillahin nar, lehum fiha darul huld, cezaen bimakanu bi ayatina kalellezine keferu rabbena erinellezeyni edallana minel cinni vel insi nec’al huma tahte akdamina li yekuna minel Suresi Türkçe 4. Sayfaİnnellezine kalu rabbunallahu summestekamu tetenezzelu aleyhimul melaiketu ella tehafu ve la tahzenu ve ebşiru bil cennetilleti kuntum evliyaukum fil hayatid dunya ve fil ahireh, ve lekum fiha ma teştehi enfusukum ve lekum fiha ma min gafurin men ahsenu kavlen mimmen dea ilallahi ve amile salihan ve kale inneni minel la testevil hasenetu ve les seyyieh, idfa’ billeti hiye ahsenu fe izellezi beyneke ve beynehu adavetun ke ennehu veliyyun ma yulakkaha illellezine saberu, ve ma yulakkaha illa zu hazzın imma yenzeganneke mineş şeytani nezgun festeız billah, innehu huves semiul min ayatihil leylu ven neharu veş şemsu vel kamer, la tescudu liş şemsi ve la lil kameri vescudu lillahillezi halakahunne in kuntum iyyahu ta’ inistekberu fellezine inde rabbike yusebbihune lehu bil leyli ven nehari ve hum la yes’ Suresi Türkçe 5. SayfaVe min ayatihi enneke terel arda haşiaten fe iza enzelna aleyhel maehtezzet ve rebet, innellezi ahyaha le muhyil mevta, innehu ala kulli şey’in yulhıdune fi ayatina la yahfevne aleyna, e fe men yulka fin nari hayrun em men ye’ti aminen yevmel kıyameh, i’melu ma şi’tum innehu bima ta’melune keferu biz zikri lemma caehum, ve innehu le kitabun ye’tihil batılu min beyni yedeyhi ve la min halfih, tenzilun min hakimin yukalu leke illa ma kad kile lir rusuli min kablik, inne rabbeke le zu magfiretin ve zu ikabin lev cealnahu kur’anen a’cemiyyen le kalu lev la fussilet ayatuh, e a’cemiyyun ve arabiy, kul huve lillezine amenu huden ve şifaun, vellezine la yu’minune fi azanihim vakrun ve huve aleyhim ama, ulaike yunadevne min mekanin lekad ateyna musel kitabe fahtulife fih, ve lev la kelimetun sebekat min rabbike le kudıye beynehum, ve innehum lefi şekkin minhu amile salihan fe li nefsihi ve men esae fe aleyha, ve ma rabbuke bi zallamin lil Suresi Türkçe 6. Sayfaİleyhi yureddu ilmus saah, ve ma tahrucu min semeratinmin ekmamiha ve ma tahmilu min unsa ve la tedau illa bi ilmih, ve yevme yunadihim eyne şurekai kalu azennake ma minna min dalle anhum ma kanu yed’une min kablu ve zannu ma lehum min yes’emul insanu min duail hayri ve in messehuş şerru fe yeusun le in ezaknahu rahmeten minna min ba’di darrae messethu le yekulenne haza li ve ma ezunnus saate kaimeten ve le in ruci’tu ila rabbi inne li indehu lel husna, fe le nunebbiennellezine keferu bima amilu ve le nuzikannehum min azabin iza en’amna alel insani a’rada ve nea bi canibih, ve iza messehuş şerru fe zu duain e reeytum in kane min indillahi summe kefertum bihi men edallu mimmen huve fi şikakın nurihim ayatina fil afakı ve fi enfusihim hatta yetebeyyene lehum ennehul hakk, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu ala kulli şey’in la innehum fi miryetin min likai rabbihim, e la innehu bi kulli şey’in Suresi Türkçe Meali OkuFussilet Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın Rahman bağışlaması, bütün varlıkları kapsayan ve Rahim çok merhametli Allah tarafından Arapça bir Kur’an olmak üzere, bilecek bir topluluk için ayetleri ayırt edilmiş, açıklanmış bir müjdeci olarak, hem gocundurucu; onun için çokları onlara başını çevirmiştir de şöyle demektedirler “Kalplerimiz, senin bizi çağırdığın şeye karşı örtüler içinde, kulaklarımızda da bir ağırlık var ve seninle aramıza bir gergi perde çekilmiştir. Haydi, yap yapacağını çünkü biz yapıyoruz!”De ki “Ben, sadece sizin gibi bir insanım, ancak bana tanrınızın bir tek tanrı olduğu vahyolunuyor. Onun için hep O’na yönelin ve O’nun bağışlamasını isteyin; vay haline o ortak koşanlarınki, zekatı vermezler ve onlar ahireti de inkar iman edip iyi iyi işler yapanlar için minnetsiz bir mükafat vardır.”De ki “Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Bir de O’na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin ona üstünden ağır baskılar dağlar yaptı, onda bereketler meydana getirdi ve onda azıklarını dört gün içinde araştıranlar için bir düzeyde takdir göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere “İkiniz de ister istemez gelin!” dedi. İkisi de “isteye isteye geldik.” Suresi Türkçe Meali 2. SayfaBöylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte bulunan meleklere işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin üzerine yine başlarını çevirirlerse, o zaman de ki “Size Ad ve Semud’u çarpan yıldırım gibi bir yıldırım haber veriyorum.”Onlara “Allah’tan başkasına tapmayın!” diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman “Rabbimiz dileseydi, melekler gönderirdi. Onun için biz sizin gönderildiğiniz şeylere inanmayız!” Ad kavmi yeryüzünde haksız yere kibirlenmek istediler ve “Bizden daha kuvvetli kim var?” dediler. Ya kendilerini yaratmış olan Allah’ın onlardan daha kuvvetli olduğunu bir düşünmediler de mi? Fakat ayetlerimizi inkar de kendilerine dünya hayatında zillet azabını tattırmak için uğursuz günlerde üzerlerine sarsar rüzgarı dondurucu veya çok gürültülü bir kasırga gönderdik. Elbette ki, ahiret azabı daha zahmetlidir; hem de onlar gelince, Biz onlara yolu gösterdik de onlar, hidayete karşı körlüğü sevmek istediler, derken yaptıkları yüzünden kendilerini o hor azap yıldırımı edip de korunanları ise düşmanlarının toplanıp ateşe sevkolunacakları gün ise artık onlar, baştan sona hep ona vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri neler yaptıkları konusunda aleyhlerine şahitlik Suresi Türkçe Meali 3. SayfaDerilerine “Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?” derler. “Bizi herşeyi söyleten Allah söyletti. Sizi de ilk defa O yarattı, yine O’na götürülüyorsunuz.” kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden sakınmazdınız, fakat Allah ın yaptıklarınızdan birçoğunu bilmeyeceğini Rabbinize beslediğiniz o zannınız, sizi helaka sürükledi de hüsrana düşenlerden sabredebilirlerse ateş kendilerine bir ikametgahtır. Yok eğer hoşnutluğa dönmek isterlerse, hoşnut edileceklerden onlara bir takım yanaşıklar sardırmışızdır da tebelleş ettirmişizdir de onlar, kendilerine önlerindekini ve arkalarındakini süsleyivermişlerdir. Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce geçen ümmetler içinde onların aleyhine de azap sözü hak olmuştur; çünkü hep kendilerine yazık de küfredenler “Şu Kur’an’ı dinlemeyin ve ona okunurken yaygara yapın, belki bastırırsınız,” Biz de onun için o küfredenlere şiddetli bir azap tattıracağız ve kendilerine yaptıkları amellerin en kötüsünün cezasını düşmanlarının cezası, işte odur Ateş! Ayetlerimizi inkar etmelerinin cezası olarak, ondadır ancak onların ebedilik evi!Ve o küfredenler muhakkak diyecekler ki “Ey Rabbimiz göster bize, cinlerden ve insanlardan bizi saptıranların ikisini de onları ayaklarımızın altına alalım, en aşağılıklardan olsunlar!”Fussilet Suresi Türkçe Meali 4. SayfaHaberiniz olsun ki “Rabbimiz Allah’tır.” deyip de sonra doğru gidenler yok mu, onların üzerine melekler şöyle iner “Korkmayın, üzülmeyin, va’dolunup durduğunuz cennet ile neşelenin!Bizler sizin hem dünya hayatında, hem de ahirette dostlarınızız, size orada canınızın çektiği vardır ve size orada ne isteseniz ve merhametine nihayet olmayan Allah’tan konukluk olarak.“Ben şüphesiz müslümanlardanım.” deyip dürrüstlükle çalışarak Allah’a davet eden kimseden daha güzel sözlü de kim olabilir?Hem hasene güzellik, iyilik de bir değildir kötülük de. Kötülüğü, en güzel olan hasene ile önle. O zaman bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık bulunan kimse yakılgan şefkatli bir hısım gibi olmuş!O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşturulur ve o rütbeye ancak fazilette büyük pay sahibi olan seni şeytandan gelen bir dürtüş dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın! O’dur ancak işiten, ile gündüz ve güneş ile ay, O’nun kudretinin delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin de, onları yaratan Allah’a secde edin, gerçekten O’na ibadet edecekseniz!Buna karşı kibirlenmek isterlerse, haberleri olsun ki, Rabbinin huzurundakiler gece gündüz O’nu tesbih ederler, hem onlar Suresi Türkçe Meali 5. SayfaSenin yeryüzünü kuraklıktan boynu bükük huşu halinde görmen de O’nun ayetlerindendir; Biz ona suyu indiriverdiğimizde hareketlenir ve kabarır. Şüphe yok ki, ona o hayatı veren elbette ölüleri dirilticidir. Doğrusu O, herşeye gücü ilhada sapan sapkınlar ayetlerimize yalan diyenler elbette Bize gizli kalmazlar. O halde ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa kıyamet gününde güven içinde gelecek olan mı? Düşünün de istediğinizi yapın, çünkü o her ne yaparsanız O Kur’an kendilerine geldiğinde onu inkar edenlerdir. Halbuki o, benzeri bulunmaz bir ne önünden, ne ardından batıl yaklaşamaz. O, bütün kainatın övdüğü bir hikmet sahibi tarafından peyderpey senden önceki peygamberlere denilenden başkası denilmiyor ve şüphe yok ki, Rabbin hem bir bağışlama sahibidir, hem de elem verici bir eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık diyeceklerdi ki “Ayetleri genişçe açıklansaydı ya! Arab’a yabancı dil öyle mi?” De ki “O iman edenler için bir rehber ve şifadır, iman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o, onlara karşı körlüktür. Onlara uzak bir yerden haykırılır.”Andolsun ki, Musa’ya o kitabı verdik de onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında iş bitirilirdi. Kesinlikle onlar, onun hakkında kuşkulu bir şüphe iş yapan kendi yararına, kötü yapan da kendi zararına yapmıştır. Yoksa Rabbin, kullara zulmeden Suresi Türkçe Meali 6. SayfaKıyametin saatini bilmek O’na havale edilir. O’nun bilgisi olmaksızın ne meyvelerden biri tomurcuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ne de doğurur. Allah “Ortaklarım neredeymiş?” diye onlara haykıracağı gün, onlar “Bizden hiçbir şahit olmadığını huzurunuza arz ederiz.” tapıp durdukları şeyler onlardan kaybolup gitmişler ve onlar kendileri için kaçacak bir yer kalmadığını hayır istemekten usanmaz da kendisine bir kötülük dokunuverirse hemen ümidi keser, ümitsizliğe kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlaka der ki “Bu benim hakkımdır. Kıyametin başıma dikileceğini kopacağını de sanmıyorum. Faraza Rabbime döndürülecek olursam mutlaka benim için O’nun yanında daha güzeli vardır.” Fakat o zaman Biz o inkar edenlere ne yaptıklarını haber vereceğiz ve onlara mutlaka yoğun bir azap insana bir nimet verdiğimiz zaman yan büker, başının tuttuğuna gider, bildiği gibi hareket eder. Kendisine bir kötülük de dokunuverdi mi artık enine boyuna duaya ki “Söyleyin bakalım! Eğer o Kur’an Allah tarafından gelmiş olup da sonra siz onu inkar etmişseniz o zaman uzak bir ayrılığa düşenden daha şaşkın kim olabilir?”İleride Biz onlara hem ufuklarda kendilerinin bulunduğu Harem sınırları dışında, hem kendi nefislerinde delillerimizi öyle göstereceğiz ki, sonunda onun gerçek olduğu kendilerine açıkça belli olacak. Rabbinin herşeye şahit olması kafi değil mi?Uyan! Onlar Rablerinin karşısına çıkacaklarından şüphe içindedirler; uyan ki, O herşeyi Suresi Türkçe Meali DinleFussilet Suresi Türkçe Meali Dinle, Fussilet Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi KonusuFussilet Suresi konusu, Kur’an’ın, rahmân ve rahîm olan Allah’ın katından indirilmiş bir kitap olduğunu belirten açıklamayla başlayan sûrede, Mü’min sûresinde olduğu gibi büyük ölçüde iman konuları işlenmiş ve bu bakımdan Mekke putperestlerinin durumu; Peygamber, Kur’an ve İslâm karşısındaki inkârcı, inatçı ve baskıcı tutumları, özellikle Kur’an karşısındaki peşin hükümleri ve onun sesini boğma gayretleri, nihayet bütün bu davranışlarıyla nasıl bir âkıbeti hak ettikleri üzerinde durulmuş; yer yer geçmişteki bazı kavimlerin, kendi dinleri ve peygamberleri karşısındaki haksız tavırlarıyla bu yüzden başlarına gelen felâketlere dair uyarıcı mahiyette kısa bilgiler verilmiştir. Sûrenin özellikle 30-36. âyetlerinde Kur’an’ın, Allah’a iman temeline dayanan, daima dürüst olunmasını, insanlar arasında sıcak dostluğa, barış ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler kurulmasını amaçlayan ahlâk öğretisi Suresi NuzülMushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü’min Gâfir sûresinden sonra, Şûrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. “Hâ-mîm” harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin Suresi FaziletiFussilet Suresi fazileti, İbn Âşûr’un Beyhak^’den naklettiğine göre XXIV, 227 Hz. Peygamber’in Tebâreke Mülk ve Hâ-mîm es-secde Fussılet sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Fussilet Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?Fussilet Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 476. sayfada başlar, 481. sayfada biter. Fussilet Suresi kaç ayettir?Fussilet Suresi, 54 ayetten oluşur. Fussilet Suresi hangi cüzde yer alır?Fussilet Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 24. cüzde başlar, 25. cüzde biter. Fussilet Suresi kaç sayfadır?Fussilet Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 6 sayfa içinde yer Suresi TefsiriKur’an Yolu Tefsiri kitabından Fussilet Suresi Tefsiri Suresi 1. Ayet TefsiriBazı sûrelerin başında gelen bu tür harflere “hurûf-ı mukattaa” denir bilgi için bk. Bakara 2/1. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 685Fussilet Suresi 2-4. Ayet Tefsiri“İndirilen”den maksat Kur’ân-ı Kerîm veya özellikle bu sûredir. Muhataplara bu hatırlatmanın yapılmasının sebebi, okunanın ilâhî kelâm olduğunu bilerek onu lâyık olduğu şekilde derin bir saygıyla dinlemeleri gerektiğini onlara hissettirmektir. Ayrıca bu ifade, bilhassa Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini kabul etmeyen, onu Hz. Muhammed’in yakıştırdığını ileri süren inkârcılara cevap teşkil etmektedir. Bu cevapta Kur’an’ın başlıca şu özelliklerine dikkat çekildiği görülüyora Kur’an, Allah katından indirilmiştir, ilâhî vahiydir; onun Hz. Muhammed’in kendi sözü olduğu iddiası tamamen Kur’an, Allah’ın rahman ve rahîm isimlerinin tecellisidir, dolayısıyla insanlık için bir rahmet ve O bir “kitap”tır, yani sadece söylenip geçen bir söz değil, aynı zamanda yazıya geçirilerek korunması gereken ve korunan ölümsüz bir “Âyetleri açık açık ortaya konmuştur.” Râzî, bu kısmı açıklarken özetle şöyle der Kur’an’ın âyetleri değişik konulara ayrılmıştır, farklı anlamlar taşımaktadır. Şöyle ki Bazı âyetler Allah’ın zâtını tanıtmakta, sıfatlarını açıklamakta; ilim ve kudretinin, rahmet ve hikmetinin mükemmelliğini; göklerin, yerin ve yıldızların yaratılışındaki, geceyle gündüzün birbirini izlemesindeki sırları; bitkiler, hayvanlar ve insanlardaki hayranlık verici özellikleri anlatmaktadır. Bazı âyetler, ruhlara ve bedenlere ait yükümlülükler hakkında bilgi vermekte; bazıları âhiretle ilgili vaad ve uyarı, sevap ve ceza konularında, cennet ve cehennem ehlinin dereceleri hakkında açıklamalar içermektedir. Bazı âyetlerde öğüt ve uyarılar, bazılarında ahlâk güzelliğine ve ruh terbiyesine dair konular işlenir; bazıları da eski toplulukların tarihlerinden söz eder. Kısacası, insafla düşünen herkes kabul eder ki insanlığın elinde, çeşitli bilgilerin ve birbirinden çok farklı konuların yer aldığı Kur’an’ın benzeri başka bir kutsal kitap yoktur XXVII, 94.e Kur’an’ın dili Arapça’dır; bunun da asıl sebebi, İslâm peygamberinin Arap asıllı, hitap ettiği ilk topluluğun da Araplar oluşudur. Nitekim “İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara gerçekleri açık açık anlatsın” İbrâhim 14/4 buyurulmuştur ayrıca bk. Zümer, 39/28.f Kur’an, özünde kusursuz bir ilâhî hakikat, rahmet ve rehber olmakla birlikte ondan doğru olarak ve gerektiği kadar yararlanabilmek için olabildiğince zihinsel donanıma sahip olmak, samimi bir niyetle hakikat ve fazilet arayışı içinde bulunmak gerekir. 4. âyette belirtildiği gibi “çokları” yani inkârcılar Şevkânî, IV, 578-579, peşin bir hükümle Kur’an’a sırt çevirdikleri, onu dinlemedikleri, açıklama ve uyarılarını dikkate almadıkları için Kur’an’dan nasiplerini alamazlar; hatta “Kur’an zalimlerin inancı, niyeti ve ahlâkı bozuk olanların ancak hüsranını arttırır” İsrâ 17/82.g Kur’an müjdeci ve uyarıcıdır; sadece bilgi vermez, sadece görev de yüklemez; aynı zamanda hakikati arayan, hak olana inanmaya ve hakka göre yaşamaya niyeti olanlara, aradığını bulduğunda da ona sımsıkı sarılanlara güzel bir âkıbet, mutluluklarla dolu ebedî bir hayat müjdeler; bâtıla sapanları; inkâr, haksızlık ve ahlâksızlık peşinde olanları da acı bir âkıbetle ve ağır cezalara çarptırılmakla tehdit edip tefsirlerde 3. âyetteki “bilen bir topluluk” ifadesiyle Arapça bilen ilk Kur’an muhataplarının kastedildiği belirtilir Taberî, XXIV, 91; İbn Atıyye, V, 4. Ancak bu ifadenin, “dinleyip anlamasını bilen, Kur’an’dan doğru olarak ve gerektiği kadar yararlanabilmek için olabildiğince zihinsel donanıma sahip olması yanında dürüstçe hakikat ve fazilet arayışı içinde bulunan topluluk” şeklinde anlaşılması Kur’ân-ı Kerîm’in ifade ve üslûp tarzına daha uygun düşmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 685-687Fussilet Suresi 5. Ayet Tefsiriİbn Âşûr’un da işaret ettiği gibi XXIV, 233 Araplar kalp kelimesini “akıl” anlamında kullanırlardı; Kur’ân-ı Kerîm’de de bu kelime ve çoğulu kulûb genellikle akıl anlamında Peygamber Mekke putperestlerine Kur’an’ı tebliğ ederek onları Allah’ın birliğine inanmak, sadece O’na kulluk etmek, bencil duygulardan ve haksız davranışlardan arınarak insanlara iyilik etmek gibi ilkeleri benimseyip yaşamaya davet ediyor; fakat muhataplarının çoğu, âyette belirtilen küstahça ifadelerle bu daveti reddediyorlardı. Bunu yaparken ileri sürdükleri gerekçe oldukça ilginçtir. Zira onlar, “Davetini, bize tebliğ ettiklerini düşündük taşındık, ama inandırıcı bulmadık, onun için de reddediyoruz” demiyorlardı. Aksine, tebliğ ettiği şeylere kalplerinin, akıllarının kapalı, kulaklarının tıkalı olduğunu söylüyorlardı. Şu halde onlar, gerçeği arayan samimi bir insanın iyi niyetli tavrıyla kendilerine okunan Kur’an’a kulak verip dinlemeye, anlamları üzerinde akıllarını kullanıp zihin yormaya bile gerek görmemişlerdir. Râzî’ye göre sûrenin asıl amacı, bunu eleştirmek, bu zihniyetin yanlışlığını ve tehlikesini ortaya koymak, muhatapları buna ikna etmektir XXVII, 133.Özetle, ilk âyetlerde ifade buyurulduğu üzere Kur’an Allah’ın rahman ve rahîm isimlerinin tecellisi olarak ilâhî rahmetin insanlar üzerine doğuşudur; onun “âyetleri Arapça bir okunuşla Arapça olarak ayrıntısıyla açıklanmıştır.” Fakat ondan gerektiği gibi yararlanmak için bunu istemek, dolayısıyla ona samimiyetle kulak vermek ve tebliğleri üzerinde akıl yoluyla değerlendirme yapmak gerekir. Bu, anlamanın ve inanmanın vazgeçilmez şartıdır. Mekke putperestleri ve Kur’an’a karşı tavır alan bütün inkârcıların temel yanlışı ise bu şarta uymamalarıdır.“Sen yapacağını yap, biz de yapıyoruz!” şeklinde çevirdiğimiz cümle iki şekilde açıklanmaktadır a Sen kendi dininin gerektirdiğini yap, biz de kendi dinimize göre yaşayacağız; b Sen bize karşı elinden geleni yap, biz de seni başarısız kılmak için elimizden ne gelirse yapacağız Râzî, XXVII, 98. Bize göre ikinci yorum Mekke putperestlerinin karakterlerine daha uygun görünmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 687-688Fussilet Suresi 6-7. Ayet TefsiriYukarıdaki tutumu sergileyenleri Kur’an’ın gerçeklerine inandırıp gereğince davranmalarını sağlamak için yapılacak bir şey olmadığına işaret edilmekte; Kur’an’ın Allah kelâmı, dolayısıyla Hz. Muhammed’in de peygamber olduğunu kesinlikle reddeden putperest Araplar’a cevap verilmektedir. Buna göre –yukarıdaki âyetler de dikkate alındığında– Resûlullah’ın onlara şu gerçeği bildirmesi istenmektedir İnanıp kabul etmenin temel şartı, kulağıyla dinleyip aklıyla değerlendirmektir; bu olmadan inanma gerçekleşmez, inanmayana Hz. Peygamber’in dahi yapabileceği bir şey kalmaz. Çünkü Peygamber bir beşer olup inanmayanları zorla inandıracak bir güce sahip değildir, böyle bir görevi de yoktur. Ona sadece vahiy gelmekte, doğrular ve yanlışlar, iyilikler ve kötülükler hakkında bilgiler verilmekte; muhataplarını Allah’a yönelmeye ve kötülükleri için O’ndan bağış dilemeye davet etmektedir; insanların bunları kabul veya reddetmeleri ise kendi isteklerine ve gereken şartları yerine getirmelerine bağlıdır. Son noktada hidayeti nasip etmek de ondan mahrum bırakmak da Allah’a aittir. İbn Âşûr’a göre burada, “Sen yapacağını yap, biz de yapıyoruz!” diyerek Resûlullah’a meydan okuyan putperestlere karşı, “Ben size karşı ne yapabilirim; ben Allah’ın bir elçisiyim, sizin hesabınızı görecek olan ise Allah’tır” şeklinde dolaylı bir uyarı, ayrıca “İnsandan peygamber mi olurmuş?” şeklindeki itirazlarına da bir cevap vardır XXIV, 236-237.Şevkânî’ye göre 6. âyet, Hz. Peygamber’in söylediklerine karşı akıllarının örtülü, kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen inkârcılara, “Bana vahiy gelmesi dışında ben de sizden biriyim; sizden farklı bir türden gelmiyorum dolayısıyla farklı bir dil konuşmuyorum ki söylediklerime karşı akıllarınız örtülü, kulaklarınız tıkalı olsun, aramızda beni anlamanızı engelleyen perdeler bulunsun. Sizi akla sığmayan şeylere çağırmıyorum, sadece tevhide davet ediyorum” şeklinde bir cevap anlamı taşımaktadır IV, 579.7. âyetin metnindeki “zekât” kelimesini farz olan zekât olarak anlayanlar olmuşsa da meselâ bk. Taberî, XXIV, 93, müfessirlerin çoğu, zekâtın Medine’de farz kılındığını hatırlatarak Mekke’de inen bu sûrede ondan söz edilmiş olamayacağını belirtirler. Bazı müfessirler, zekât kelimesinin “arınma” anlamına geldiğini dikkate alarak âyetin bu kısmını, “Nefislerini arındırmayanlar” şeklinde açıklamışlar, bu arındırmanın da öncelikle “lâ ilâhe illallâh” diyerek müslüman olmak, böylece şirk ve inkâr kirinden temizlenmekle gerçekleşeceğini ifade etmişlerdir. İbn Atıyye bu hususta şöyle der “İbn Abbas ve âlimlerin çoğunluğu cumhur, bu âyetteki zekât kelimesinin lâ ilâhe illallâh’ cümlesini söylemek olduğunu belirtirler… Bu yorum, âyetin Mekke’de indiği, zekâtın ise Medine’de farz kılındığı bilgisine dayanır. Bu durumda âyetteki zekât, kalbin ve bedenin şirk ve günahlardan arındırılmasıdır. Mücâhid ve Rebî bu görüştedirler. Dahhâk ve Mukatil’e göre ise burada zekâtın anlamı, ihtiyaç sahiplerine ibadet maksadıyla malî yardımda bulunmaktır” V, 5. Bize göre de en isabetli yorum bu pek çok kötü özellikleri varken âyetin, mal yardımından kaçınmalarını özellikle zikretmesinin sebebini Zemahşerî şöyle açıklar “Çünkü insanın en çok sevdiği şey malıdır; mal canın yongasıdır. İnsan onu Allah rızası için harcayabiliyorsa bu onun, inancındaki kararlılığının, istikamet sahibi oluşunun, iyi niyetinin ve içtenliğinin en güçlü delilidir. Nitekim Allah Teâlâ, Mallarını Allah rızâsını dileyerek ve içlerinden gelerek harcayanların misali, tatlı bir yamaçta bulunan, üzerine bolca yağmur yağan, bu sebeple ürününü iki misli veren bir bahçedir’ Bakara 2/265 buyurmuştur. Âyette bu kişilerin inançlarında kararlılık gösterdikleri ve bunu mallarını infak ederek kanıtladıkları anlatılmaktadır. Vaktiyle müslüman olmakla birlikte henüz kalpleri İslâm’a ısınmamış olanlardan müellefe-i kulûb bir kısmı daha sonra önemsiz maddî menfaatlerle kandırıldılar, böylece dine bağlılıklarını kaybettiler; kezâ Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm’dan dönenler de ehl-i ridde önce zekât vermemek için birlik oluşturdular ve bu yüzden onlara karşı savaş açıldı, çarpışıldı. Ayrıca zekât toplamak üzere müslümanlara görevliler gönderildi, zekât vermekten kaçınmaya kalkışanlar şiddetle uyarıldı, öyle ki zekât vermemek müşriklerin özelliklerinden biri olarak kabul edildi konumuz olan âyette de zekât vermemek âhireti inkâr etmekle birlikte anıldı” III, 383.Kureyş kabilesi hacılara yemek yedirirlerdi; fakat Hz. Muhammed’e inananları bundan mahrum bırakmaya kalkıştılar. Âyetin bu davranışı eleştirdiği de söylenmektedir Zemahşerî, III, 383; Râzî, XXVII, 99. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 688-690Fussilet Suresi 8. Ayet TefsiriYukarıda inkârcıların başlıca olumsuz tutumları anılıp eleştirildikten sonra burada da müminlerin inançları, güzel davranışları ve mutlu âkıbetleri özetlenmektedir. Bazı tefsirlerde bu âyetin, mazeretleri sebebiyle dinî vecîbelerini gerektiği gibi yerine getiremeyen hasta ve sakat müslümanlar hakkında indiği bildirilmektedir. Buna göre mazeretleri sebebiyle bazı kişilerin ibadetleri eksik de olsa Allah onlara ecirlerini tam verecektir İbn Atıyye, V, 5; Zemahşerî, III, 383; Râzî, XXVII, 100. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 690Fussilet Suresi 9. Ayet Tefsiri“İki devir” olarak çevirdiğimiz âyet metnindeki yevmeyn kelimesinin sözlük anlamı “iki gün”dür. Ancak, henüz dünyanın yaratılmadığı bir dönemde, bildiğimiz anlamda gün ve geceden de söz edilemeyeceği açıktır. Nitekim Kur’an’da, “Bilinmeli ki, rabbinin katındaki bir gün sizin saymakta olduklarınızın binyılı gibidir” Hac 22/47 buyurularak insanlardaki zaman kavramının göreli olduğuna, ilâhî tasarrufla ilgili zaman kavramlarının, binlerce seneyle ifade edilebilecek devirleri gösterdiğine işaret eder bilgi için bk. Arâf 7/54.Taberî âyetin son cümlesini şöyle açıklar “Arzı iki evrede yaratan güç, insü cinnin ve diğer varlık türlerinin mâliki, kendisinden başka bütün varlıklar da onun memlûküdür. Bu durumda O’nun nasıl dengi bulunabilir? Hiçbir şeye muktedir olmayan âciz memlûk, kendisi üzerinde mâlik ve kadir olana denk olabilir mi?” XXIV, 95. Râzî’nin de belirttiği gibi XXVII, 102 Araplar, evrenin yaratılışıyla ilgili olarak Tevrat’ın başların da Tekvin, 1/1-31, 2/1-3 verilen bilgilerden haberdar olup orada anlatılanların gerçek olduğuna inanıyorlardı. Âyette onların bildikleri ve kabul ettikleri gibi arzı belirtilen sürede yaratan güce denk tutulmaya değer hiçbir varlık olamayacağı ifade edilmekte, dolayısıyla putperest Araplar’ın Allah’a ortak koşmakla içine düştükleri çelişki ortaya putperest Araplar Allah’ın varlığına inandıklarını söylüyorlardı. Ancak onlar bazı alelâde varlıklara da tanrılık işlev ve nitelikleri yüklüyor, Allah’tan beklemeleri gereken yardımı onlardan bekliyor ve bunun için de onlara tapıyorlardı. Ayrıca insanların yeniden yaratılıp bu dünyadaki inanç ve davranışları konusunda yargılanmalarını ve diğer âhiret hallerini kabul etmemekle Allah’ın bütün bunları gerçekleştirmeye muktedir olduğunu inkâr etmiş; dolayısıyla Allah’ın insanları bazı ödevlerle yükümlü kıldığına ve sorumlu tutacağına da inanmamış oluyorlardı. İşte bütün bu telakkiler, her yönden eşsiz, benzersiz olan, dengi ve ortağı bulunmayan gerçek Tanrı inancıyla çeliştiği için âyette putperest Araplar’ın bu telakkileri bir tür inkâr olarak değerlendirilmiş; bu ve bundan sonraki âyetlerde kendisine inanılması gereken Allah’ın azametine, üstün ilim, irade ve kudretine delâlet eden bazı örnekler verilmiştir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 691-692Fussilet Suresi 10. Ayet Tefsiri“Arzın bereketli kılınması”, özetle hayatın devamı için gerekli olan hava, su, besin vb. imkânlara elverişli şartların oluşturulmasıdır. İbn Abbas’a nisbet edilen bir yorumda buradaki bereket, “nehirlerin açılması, dağların, ağaçların, meyvelerin yaratılması, çeşitli hayvan türlerinin geliştirilmesi, yaşayanların ihtiyaç duyduğu bütün imkânların oluşturulması” şeklinde açıklanmıştır Râzî, XXVII, 102. Esasen âyetin devamı da bu anlamı yoruma göre âyetteki besinlerden maksat, arz üzerindeki dağlar, nehirler, ağaçlar, kayalar, madenler gibi arzın yararlı oluşunu sağlayan değerli şeyler; diğer bir yoruma göre de özellikle insanlar için gerekli olan gıdalardır. Âyet metninde besinlerin arza izâfe edilmesinin sebebi ise bunların arzda bulunması, oradan elde edilmesidir İbn Atıyye, V, 6.Şevkânî’ye dayanarak IV, 581 “bunlara ihtiyacı olan varlıklar” diye çevirdiğimiz sâilîn kelimesi, varlığını sürdürmek için besin vb. maddelere muhtaç olan yer yüzü varlıkları; “eşit derecede” diye çevirdiğimiz sevâen kelimesi ise “eksiksiz fazlasız, tam yeteri kadar, her varlığın ihtiyacı ölçüsünde” şeklinde açıklanmıştır. Bir yoruma göre sevâen kelimesi “dört gün”ün sıfatıdır. Buna göre âyetin ilgili kısmı “tamı tamına dört gün” anlamına gelir Taberî, XXIV, 98; İbn Âşûr, XXIV, 245. “Uygun ölçülerle yarattı” diye çevirdiğimiz kaddere fiilinin asıl anlamı “ölçme, takdir etme”dir; tefsirlerde bu bağlamda “belirledi, yarattı, elverişli hale getirdi, –İbn Mesûd mushafındaki kasseme okunuşu da dikkate alınarak– “paylaştırdı” gibi değişik şekillerde açıklanmıştır. Taberî’nin de bu açıklamaları aktardıktan sonra belirttiği gibi XXIV, 97 âyet, Allah Teâlâ’nın, bütün yeryüzü varlıklarına ihtiyaçları olan her konudaki ihsanlarını içine alacak şekilde geniş kapsamlıdır. O, her varlığa yarayışlı olan besinleri lutfetmiş; bir ülkede vermediğini başka ülkede, karada vermediğini denizde vermiştir. Bütün bu hikmetli, anlamlı ve amaçlı işler, ancak üstün bir kudretin varlığına ve birliğine delâlet eder; O var olduğu, bir olduğu içindir ki bu varlıklar, bu hayat ve bu hikmetli düzen bütün yarattıklarının ihtiyacını karşılayacak ölçülerde var ettiği nesneleri, bazı fert ve grupların tekellerine almaları veya israf ve zayi etmeleri, diğerlerinin haklarına tecavüzdür. Bu sebeple israf ve ihtikâr yasaklanmış, infak âyetteki “dört devir”in, 9. âyette geçen iki devri de kapsadığına dikkat çekilir. Bu sebeple ilgili bölümü, “Bütün bunlar dört devirde oldu” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Sonuçta yer dört günde, gökler de iki günde olmak üzere hepsi altı günde devirde yaratılmış olmaktadır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 692-693Fussilet Suresi 11. Ayet Tefsiri“Geliniz” anlamındaki i’tiyâ fiili tefsirlerde göklerin ve yer kürenin yaratılmasını, oluşmasını tekvîn sağlayan ilâhî buyruk olarak mecazi anlamda yorumlanmıştır. Bu sebeple söz konusu fiili “varlık sahnesine gelin” şeklinde çevirdik. Nitekim âyetteki duhân kelimesi de bu buyruğun kozmik yaratılışı sağlayan bir buyruk olduğunu göstermektedir. Sözlükte “duman” anlamına gelen duhân kelimesi tefsirlerde “su buharı” olarak yorumlanmıştır meselâ bk. Şevkânî, IV, 581. Bu yorum yanında bilimsel gelişmeler de dikkate alınarak söz konusu kelimenin hidrojen gazı olarak yorumlanması Esed, III, 972 bugünkü bilgilere göre isabetli iki âyette yerkürenin yaratılışından ve nimetlerle donatılmasından söz edilmişti. Ancak bu âyetteki, “Ardından ona semaya ve arza, İsteyerek veya istemeyerek varlık sahnesine gelin!’ dedi” cümlesi, arzın semadan önce yaratılmadığını göstermektedir. Şu halde 11. âyetin başındaki “sümme” edatı sözlükte “sonra” anlamına gelmekle birlikte–Şevkânî IV, 582 ve İbn Âşûr’un da XXIV, 245 haklı olarak belirttikleri gibi– bu bağlamda zaman yönünden sonralığı değil, semanın yaratılmasının, arzın yaratılmasına göre daha büyük bir önem taşıdığını göstermektedir. Bu yüzden “sümme” kelimesini, “dahası” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Esasen yerin ve göklerin yaratılması aynı anda olmadığı için ikisine “gelin, buyurdu” cümlesini, her birini yaratmayı murat ettiğinde, “ol, varlığa gel” dedi, onlar da var oldular, şeklinde anlamak gerekir.“Boyun eğerek geldik dediler” cümlesi, yaratılışın her alanında olduğu gibi göklerin ve yerin yaratılmasında da Allah’ın irade ve kudretinin mutlak sûrette geçerli olduğunu, buyruğunun gerçekleşmemesi diye bir durumun düşünülemeyeceğini ifade eden temsilî bir anlatım olarak da yorumlanmıştır Şevkânî, IV, 581. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 693-694Fussilet Suresi 12. Ayet Tefsiri“Yedi gök” deyiminin evrendeki birçok kozmik sisteme delâlet ettiği düşünülebilir Esed, III, 972; bilgi için bk. Bakara 2/29; Arâf 7/54. “Her göğe işlevini ilham etti” cümlesi, kozmik sistemlerin Allah’ın iradesiyle kurulup işlediğine işaret eder. “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” anlamındaki cümle ise gök yüzünün, çıplak gözle izlenebilen yıldızlarla bezeli görüntüsünün tasviridir. “İşte bu, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir” anlamındaki son cümle, kozmik varlıklardaki bu oluş ve düzenin bir tesadüf ürünü olmadığını; kesinlikle her şeye gücü yeten, her şeyi bilen yüce bir yaratıcının takdiriyle yani bilinçli, ölçülü ve amaçlı yaratmasıyla gerçekleşebileceğini dile tefsirlerde semanın “korunması”, yüce Allah’ın mânevî âlemde herhangi bir şeytanî güce karşı meleklere verdiği bilgileri ve özellikle vahyi koruması olarak yorumlanmaktadır ayrıca bk. Sâffât 37/7. Bu ifade, Allah’ın evrende kurduğu kozmik düzeni koruyup devam ettirmesi olarak da anlaşılabilir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 694Fussilet Suresi 13. Ayet TefsiriYukarıdaki âyetlerde Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerine, Allah’ın birliğini, bilgisinin ve kudretinin genişliğini kanıtlayan bazı deliller gösterilmişti. Bu bölümdeki âyetlerde ise iki eski Arap topluluğu olup inkâr ve isyanda diretmiş bulunan Âd ve Semûd adlı kavimlerin başına gelenler özetlenerek müşriklerin hâlâ inanmamakta ısrar ettikleri takdirde kendilerinin de benzer şekilde cezalandırılacaklarına işaret edilmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 696Fussilet Suresi 14. Ayet TefsiriMetindeki “min beyni eydîhim ve min halfihim” ifadesinin asıl anlamı “önlerinden ve arkalarından” şeklindedir. Tefsirlerde bu ifadeye mümkün mertebede sözlük anlamına yakın yorumlar getirilmeye çalışılmıştır meselâ bk. Taberî, XXIV, 100-101; İbn Atıyye, V, 8. Ancak biz, Zemahşerî, Râzî, İbn Âşûr gibi müfessirlerin tercih ettiği deyimsel anlamı dikkate alarak söz konusu ifadeyi,“ikna etmek için her yolu deneyerek” şeklinde serbest bir çeviriyle karşılamayı uygun bulduk. Türkçe’de de “Birini ikna etmek için her yolu denedi” anlamında “Sağından girdi, solundan girdi” şeklinde benzer bir deyim Allah katından gelecek elçinin insanlardan değil, mutlaka meleklerden olması gerektiği şeklindeki itirazları, Mekke müşriklerinin de ileri sürdükleri bir bahane idi bu itirazın eleştirisi konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Enâm 6/8. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 696-697Fussilet Suresi 15-16. Ayet Tefsiri“Haksız yere büyüklük tasladılar” diye çevirdiğimiz 15. âyetteki cümleyi Zemahşerî, “Aslında büyüklenmeye hakları olmadığı halde ülkelerinin halkına karşı büyüklük taslayıp tepeden baktılar” veya “Yönetici olma niteliklerini taşımadıkları halde haksızlıkla ülke yönetimini ellerine geçirip halk üzerinde hakimiyet kurdular” şeklinde açıklamıştır III, 387. Râzî, bütün güzel özelliklerin “yaratılmışlara iyilik ve yaratıcıya saygı” şeklindeki iki temel ilkeye dayandığını hatırlatarak Âd kavminin haksız yere büyüklük taslamalarının birinci ilkeyi ihlâl, Allah’ın âyetlerini inatla inkâr etmelerinin de ikinci ilkeyi ihlâl anlamı taşıdığını belirtir XXVII, 112.Kur’an, gerek Arap putperestlerinin gerekse eski kavimlerin ilâhî dinlere inanmamalarının temelinde aklî ve fikrî sebeplerden ziyade büyüklük taslama, mevki ve menfaat hırsı gibi duygusal sebeplerin yattığına sık sık vurgu yapar. Âd kavminin, peygamberleri Hûd’un risâletini reddetmelerinin de aynı psikolojik temele dayandığı görülmektedir bilgi için bk. Arâf 7/65-72.Âd kavminin, “Bizden daha güçlü kim var?” şeklindeki küstahça iddialarına karşı onlara, kendilerini de yaratmış olan Allah’ın sonsuz gücü hatırlatılmaktadır. Âd kavmi de Allah’ın gücünün sınırsızlığına inanıyordu. Şu halde her şeye gücü yeten Allah’ın kendilerinden daha güçlü topluluklar meydana getirmeye muktedir olduğunu düşünememeleri bir ahmaklık işareti idi. Böylece onların beşerî duyguları akıllarına galip gelmiş ve kendilerini inkâra sürüklemiş; bu da dünyada felâkete uğrayarak yok olmalarına, âhirette de azabı hak etmelerine sebep âyette dünyevî cezanın “alçaltıcı”, uhrevî azabın ise “daha da alçaltıcı” olarak nitelenmesi ilgi çekicidir. Aynı niteleme 17. âyette Semûd kavminin uğradığı felâketle ilgili olarak da tekrarlanmaktadır. Buna göre insan onuruna yakışan âkıbet, işlediği kötülükler yüzünden cezaya çarptırılarak rezil ve aşağılık bir duruma düşmek değil, iyilikleri sebebiyle rüzgârın niteliği olan, “dondurucu” diye çevirdiğimiz sarsar kelimesine, “uğultulu, homurtulu” anlamı da verilmektedir Râzî, XXVII, 112. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 697-698Fussilet Suresi 17-18. Ayet Tefsiri“Doğru yol” diye çevirdiğimiz hidayet kelimesi 17. âyette körlüğün zıddı olarak kullanılmış olup bu kullanım kelimenin bir tür aydınlanmayla ilgisi olduğunu göstermektedir. Önü aydınlanan yolunu bulur, kör olan veya karanlıkta kalan ise yolunu kaybeder, Kur’an’da genellikle birinci durum için hidayet, ikincisi için dalâlet deyimleri kullanılır. Hidayet Allah’tandır; şu halde ilâhî kaynaklı olan vahyin ışığına yönelip onunla aydınlanan doğru yolu bulur, bu ışıktan kendini uzaklaştıran da yolunu şaşırır ve bir kör gibi nereye bastığını, nereye gittiğini bilemez. Diğer benzerleri gibi Semûd kavmi de, Allah kendilerine Sâlih peygamber vasıtasıyla doğru yolu gösterdiği halde körlüğü, dalâleti hidayete tercih etmişler; böylece yollarını şaşırmışlar ve bu gidiş onları, kendi kazanımlarının sonucu olan alçaltıcı bir yıkıma götürmüş; ilâhî ışığa yönelerek onunla aydınlanan, bu sayede inanan ve kötülüklerden korunanlar ise Allah’ın kurtarıcı yardımına mazhar olmuşlardır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 698Fussilet Suresi 19. Ayet Tefsiri“Allah düşmanları” deyimi, “O’nun buyruklarını reddeden inkârcılar” İbn Atıyye, V, 10 veya “ilklerinden sonlarına kadar bütün inkârcılar” Zemahşerî, III, 389; Râzî, XXVII, 115 olarak açıklanmıştır. Ancak Taberî, bu deyimin özellikle Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke putperestleri için kullanıldığına işaret eder XXIV, 106; İbn Âşûr da aynı görüşü ısrarla savunur. Ona göre Kureyş müşriklerinin bu şekilde anılmalarının sebebi, Resûlullah’a düşman olmalarıdır. Nitekim Resûlullah’ı ve müslümanları yurtlarından çıkarmaları sebebiyle Allah Teâlâ onlardan “Benim ve sizin düşmanlarınız” Mümtehine 60/1 diye söz etmiştir XXIV, 264-265.“Öncekiler ve sonrakiler”den maksat, tarihin bütün dönemlerinde inkâr ve isyanı iman ve itaate tercih etmiş olanlardır. Âyette bunların kıyamet günü, cehenneme atılmak üzere bir araya getirilecekleri, böylece inkârda birleştikleri gibi ceza görmekte de birleşecekleri bildirilmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 700Fussilet Suresi 20-23. Ayet TefsiriÂhirette insanların dünyadayken yapıp ettikleri ortaya konduğu sırada, kötülük işlemiş olanların bazı organlarının kendi aleyhlerine şahitlik edeceği başka âyetlerde de bildirilmektedir Nûr 24/24; Yâsîn 36/65. Süddî, Ferrâ gibi bazı müfessirler, derilerinin onlar aleyhinde tanıklık etmesiyle, vücutlarının cinsel günahları hakkında şahitlik yapacağının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir bk. Taberî, XXIV, 106; Şevkânî, IV, 585. Âyette şu gerçek anlatılmaktadır Âhirette hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, yargı sırasında günahkârların bizzat kendi organları da Allah tarafından verilen bir tür ifade kabiliyetiyle veya işledikleri günahların onlarda bıraktığı izler vasıtasıyla suçlarını ortaya koyacaklardır. Râzî, derinin dokunma duyusuyla ilgili olduğunu hatırlattıktan sonra âyette beş duyudan özellikle işitme, görme ve dokunma ile ilgili duyu organlarına yer verilirken tatma ve koklama duyularından söz edilmemesini özetle şöyle açıklar Tatma duyusu bazı yönlerden dokunma duyusuyla aynıdır; çünkü tat algılaması dil derisinin tadılan nesneye temasıyla gerçekleşir. Koklama duyusuna gelince bu, insanda yükümlülüklere konu olması bakımından diğer duyular kadar önemli değildir, bununla ilgili buyruklar ve yasaklar bulunmamaktadır XXVII, 116. Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri gibi hadis kaynakları, 22. âyetin, müşriklerin Allah hakkındaki telakkilerini ifade eden “… üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz” meâlindeki bölümüyle ilgili olarak Abdullah b. Mesûd’dan şöyle bir bilgi aktarırlar “Bir ara Kâbe’nin örtüsüne tutunmuş duruyordum. Biri Benî Sakîf’ten, ikisi Kureyş’ten veya biri Kureyş’ten ikisi Benî Sakîf’ten olan üç kişi geldi. Bunların göbeklerinin eti çok ama akıllarının bilgisi azdı. O güne kadar duymadığım laflar ettiler. Biri dedi ki Ne dersiniz, Allah konuşmamızı işitiyor mudur?’ Diğeri, Sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz’, üçüncüsü ise Bence açıktan konuştuğumuzu duyuyorsa gizli konuşmalarımızı da duyar’ dedi. Bu konuşmaları Hz. Peygamber’e anlattım; bunun üzerine Vaktiyle siz, ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda umduklarını kaybedenlerden oldunuz’ meâlindeki âyetler indi” Buhârî, “Tefsîr”, 41/2. Taberî’nin kaydettiğine göre XXIV, 112 Hasan-ı Basrî, “İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz” meâlindeki 23. âyeti açıklarken şöyle demiştir “İnsanların amellerinin değeri Allah hakkındaki kanaatlerine bağlıdır. Mümin, Allah hakkında hüsnü zanda bulunur, bu sayede işini de güzelleştirir. İnkârcı ve münafık ise Allah hakkında sûizanna sahip olduğu için ameli de kötü olur.” Aynı âyet dolayısıyla Katâde, Kur’an’da biri “kurtarıcı zan”, diğeri “mahvedici zan” olmak üzere iki çeşit zandan söz edildiğini belirtmiştir. Allah’a kavuşacaklarına Bakara 2/46 ve âhirette hesap vereceklerine Hâkka 69/20 inananların bu inançları için kullanılan “zan” kavramı kurtarıcı zannın, konumuz olan âyetlerde geçen “zan” da mahvedici zannın örnekleridir. Kaynak Fussilet Suresi 24. Ayet TefsiriFarklı kıraat şekillerine göre âyetin son cümlesi, “Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmeleri için kendilerine fırsat verilmesini talep etseler de bunu yapamazlar, bu imkânı elde edemezler” veya “Rablerinin kendilerini bağışlamasını dilemek isterlerse de buna güçleri yetmez” Zemahşerî, III, 390; “Sevdikleri şeylere tekrar kavuşmaları için Allah’a yalvarsalar da buna lâyık olmadıkları için istekleri kabul edilmez” gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Son yorumu aktaran Şevkânî âyetten şu anlamı çıkarır “Allah’ın kendilerinden hoşnut olmasını dilerler fakat dilekleri kabul edilmez; çünkü artık ateşe atılmaları kesinleşmiştir” IV, 586. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 701-702Fussilet Suresi 25. Ayet TefsiriKlasik tefsirlerde “arkadaşlar”la, Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a inanmamakta ısrar eden müşriklere dünyada musallat olan şeytanların kastedildiği belirtilir. İbn Âşûr ise bu arkadaşların, insanın ya dışında veya içinde olabileceğini, dışındakilerin “küfür davetçileri ve öncüleri” olan insanlar, içindekilerin ise kişiye vesveseler veren, onu günah ve kötülüklere, haksızlıklara kışkırtan şeytanlar olduğunu ifade eder XXIV, 274. “Sonra bunlar, önlerinde bulunanı da arkalarında olanı da onlara şirin gösterdi” diye çevirdiğimiz âyetin ilgili kısmı hakkında yapılan ve müfessirlerin çoğunluğu tarafından benimsenen açıklamaları Şevkânî’den IV, 588 yararlanarak şöyle özetleyebiliriz Sözü edilen arkadaşları kendilerine, içinde yaşadıkları dünya işlerini, onun bayağı zevklerini çekici gösterdiler; onları tamamen dünyaya bağlayarak günah ve isyanlara boğulmalarını sağladılar; kezâ dünya hayatının ötesiyle yani âhiretle ilgili olarak da onları aldattılar; yeniden dirilme, âhiret sorgusu, cennet, cehennem gibi geleceğe dair inanç konularını inkâr ettirdiler. İbn Âşûr ise âyetin aynı bölümünü özetle şöyle açıklar “Önlerinde bulunan” ifadesi dünya işleriyle ilgilidir ve şu anlama gelir Kötü arkadaşları onlara putlara tapmak, evlât katli, başkasının malını yemek, el ve dil ile insanlara zarar vermek, kumar oynamak, ahlâksızlık yapmak, zina etmek gibi çirkin işleri şirin gösterdi; onları bu işlere alıştırdı. “Arkalarında olan” ise Allah’ın sıfatları, âhiret halleri gibi duyu sınırlarını aşan, gayb âlemine dahil olan konulardır. Putperestlerin Allah’a ortak koşmaları, ona evlât nisbet etmeleri, gizli yaptıkları işlerin Allah’ın bilgisi dışında kalacağı şeklindeki ahmakça kanaatleri, peygamberler gönderilmesini imkânsız görmeleri, yeniden dirilme ve âhiret sorgusu gibi inanç esaslarını reddetmeleri saptırıcı arkadaşlarının putperestlere şirin gösterdiği tavırlardan bazılarıdır XXIV, 275. Âyet, sosyal çevrenin, arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinin, inanç ve ahlâk telakkilerinin oluşması ve gelişmesi üzerindeki tesirine de dikkat kelimesi Kur’an’da genellikle varlığı kabul edilen, insanlar gibi yükümlülük taşıyan, iyileri ve kötüleri bulunan, duyu ötesindeki ruhanî varlıkları ifade eder. Bunların kötüleri ve putperestler hakkında kesinleştiği bildirilen “hüküm”, Peygamber ve Kur’an’ın ikazlarını, irşatlarını ciddiye alacakları yerde onlara karşı mücadele açan ve böylece kendilerine musallat kılınan arkadaşların saptırıcı kışkırtmalarıyla yanlış inançlara ve kötülüklere boğulanların mâruz kalacakları dünyevî ve uhrevî ceza hükmüdür. Âyette onların bu âkıbetleri “hüsran” olarak değerlendirilmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 702-703Fussilet Suresi 26. Ayet TefsiriHz. Peygamber, âyetler kendisine geldikçe bunları çoğunlukla Kâbe çevresinde yüksek sesle insanlara okur, inanan ve inanmayan herkes onu dinlerdi İbn Atıyye, V, 13. Râzî’nin de belirttiği gibi XXVII, 119-120 Araplar, Kur’an’ın mânasının ve sözlerinin mükemmel olduğunu biliyorlardı; onu işiten herkes, lafızlarının güzelliğini farkediyor, anlamlarını kavrıyor; benzersizlik, doğruluk ve tutarlılığına aklıyla hükmediyorlardı. Bu yüzden toplumsal konumlarını kaybedeceklerinden korkan Mekke’nin ileri gelenleri, nüfuzları altındaki insanların âyetleri dinlemelerini önlemek için tedbirler düşündüler. Sonuçta adamlarından, Hz. Peygamber âyetleri okurken yüksek sesle şiirler okuyarak, ıslık çalıp el çırparak, anlamlı anlamsız sözler söyleyerek gürültü çıkarmalarını, yaygara koparmalarını ve böylece Resûlullah’ın sesini bastırarak okuduğu âyetlerin anlaşılmasını önlemelerini istemişlerdir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 704Fussilet Suresi 27-28. Ayet TefsiriMüşriklerin, âyetleri inkâr etmekle kalmayıp onları etkisiz hale getirmek ve bu suretle insanların Kur’an’ın sesine serbestçe kulak verip ondan yararlanmalarını engellemek için her yola başvurmalarının cezasını ağır bir şekilde ödeyecekleri bildirilmektedir. 27. âyetteki “şiddetli azap”, müşriklerin müslümanlar karşısında uğrayacakları yenilgiler, “yaptıklarının en kötüsüne denk ceza” da âhiret azabı olarak yorumlanmıştır İbn Atıyye, V, 13. Bu son ifade iki şekilde açıklanmıştır a Yaptıklarının en kötüsü Allah’a ortak koşmak olduğu için cezaları da buna uygun ağırlıkta olacaktır; b Onların bazı iyi işleri de olmakla birlikte iman etmedikleri için âhirette iyilikleri dikkate alınmayacak, kötülüklerine göre yargılanıp ceza göreceklerdir Şevkânî, IV, 588.Putperestlerin Allah’ın âyetleri karşısındaki olumsuz tutumları “inatla inkâr etme” cahd şeklinde ifade edilmiştir. Râzî bunu şöyle açıklar Çünkü onlar, Kur’an’ın karşı konulamaz etkisinin farkında oldukları için insanların onu dinlemeleri halinde mutlaka ona inanacaklarından korkuyor; buna karşı önlem olarak da belirtilen çirkin yola başvuruyorlardı. Bu da gösteriyor ki aslında onlar Kur’an’ın mûcize olduğunu biliyor, ancak kıskançlık yüzünden onu inkâr ediyorlardı XXVII, 120. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 704-705Fussilet Suresi 29. Ayet TefsiriKur’an, Enâm sûresinde 6/112 saptırıcı güçler olarak iki tür varlıktan söz ederek bunları “cin ve insan şeytanları” şeklinde anar; Nâs sûresinde de 114/4-6 aynı varlık türleri içinde, insanların kalplerine vesvese veren olumsuz veya asılsız duygu, düşünce fitleyen iki şer kaynağının bulunduğuna dikkat çeker. Böylece insan, dıştan kendi türünden olan kötü insanların saptırıcı etkileriyle, içten de şeytan denilen görülmez güçlerin yanıltma ve aldatmalarıyla doğru yoldan uzaklaştığı, inkâr ve günah yoluna saptığı için âhirette de yüce Allah’tan âyette belirtilen dilekte bulunacaktır. Bir yoruma göre inkârcıların bu husustaki duasıyla ilgili ifadenin anlamı şöyledir Ey Rabbimiz! Gerek insanlardan gerekse görülmez varlıklardan olup da dünyada bizi yoldan saptırmış olanları göster bize; onları ayaklarımızın altına alıp öyle tepeleyelim ki bizimkinden daha aşağıdaki cehennem katlarına insinler; cehennemin en alt tabakasındaki en şiddetli azabı boylasınlar Taberî, XXIV, 114. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 705Fussilet Suresi 30-32. Ayet TefsiriYukarıda Kur’an’a karşı inatla mücadelelerini sürdürüp onun sesini boğmak ve etkisini önlemek için tertipler hazırlayan inkârcıların karşılaşacakları ağır cezalardan söz edilmişti; buradan 36. âyete kadar da müminlerin temel nitelikleri ve uhrevî ödülleri özetlenmektedir. İnancını yüreklice dile getirenleri takdirle anan bir ifade tarzının sezildiği 30. âyette, belirttiğimiz niteliklerin en önemlileri olan, hatta bir bakıma onları da kuşatan şu iki nitelik öncelikle zikredilmektedir a Allah’ı rab tanımak, b Dosdoğru çizgide yaşamak. Hz. Peygamber de kendisinden sımsıkı sarılacağı temel ilkenin ne olduğunu soran bir sahâbîye, “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” buyurmuşlardır Müsned, III, 413; Müslim, “Îmân”, 62. Dinî terminolojide yalnızca Allah’ı rab tanımaya “tevhîd-i rubûbiyet” denmektedir. Bu tevhid, insan varlığının en yüksek amacı, bütün yetkinlik şartlarının en önemlisi kabul edilen mârifetullahı da içerir. Mârifetullahın bir ifadesi olan “Rabbim Allah’tır” ikrarı gönüllere her türlü şekten şüpheden uzak bir şekilde işleyince bu ikrar, insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasına da yansıyarak onu doğru, iyi ve adaletli çizgiye yöneltir. Âyette bu yöneliş, “dosdoğru çizgide yaşamak” diye çevirdiğimiz istikamet kavramıyla ifade edilmiştir. Râzî, buradaki istikametin din, tevhid ve bilgiyle mârifet veya erdemli işlerle ilgili olduğu yönünde iki farklı görüş bulunduğunu belirtir XXVII, 121. Ancak bize göre her iki görüş de isabetlidir. Yorumlarında Kur’an’ın ilk muhatapları olan putperest Araplar’ın dinî telakkilerini, psikolojik, sosyal ve siyasal yapılarını ve davranışlarını dikkate almaya özen gösteren Taberî de kelimeyi bu geniş kapsamına göre yorumlamıştır XXIV, 114.Müminlerin üzerine meleklerin inmesi ne zaman gerçekleşir? Bu soruya başlıca şu cevaplar verilmiştir a Ölüm sırasında; b İnsanlar yeniden diriltilip kabirlerinden çıkartıldıkları sırada; c Ölüm sırasında, kabirdeyken ve yeniden dirilme sırasında olmak üzere üç defa Râzî, XXVII, 123; Şevkânî, IV, 589. 25. âyette inkârcılara sapkınlıklarını arttıran kötü dostların musallat edildiği bildirilmişti. Burada ise müminlerin üzerine, onlara müjdeler getiren meleklerin inmesinden söz edilmekte; bu meleklerin, sadece âhirette değil, dünya hayatında da müminlerin dostu oldukları belirtilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre bazı melekler, “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra bu inanç çizgisini sürdüren ve hayatını bu inanca uygun eylemlerle bezeyen insanların iyiliklerini arttırmalarına yardımcı olmakta; bu suretle ilâhî inâyetin melekler vasıtasıyla müminler üzerine inmesi süreklilik kazanmaktadır benzer görüşler için bk. İbn Âşûr, XXIV, 286.Râzî’ye göre 31. âyetteki “canınızın çektiği her şey” ifadesiyle cennetteki maddî nimetler, “umduğunuz her şey” ifadesiyle de mânevî nimetler kastedilmiştir XXVII, 123. Aynı müfessir, “ikram” diye çevirdiğimiz metindeki “nüzül” kelimesinin özellikle misafire yapılan ikram için kullanıldığını hatırlatarak, bu kelimeden, nasıl ki cömert bir ev sahibi misafirine, sahip olduğu şeylerin en değerli olanlarını ikram ederse Allah Teâlâ’nın da cennetine kabul buyurduğu mümin kullarına en güzel nimetlerini ikram edeceği anlamının çıktığını belirtmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 706-708Fussilet Suresi 33. Ayet Tefsiri“Allah’a çağırmak”tan maksat, tevhid inancına ve Allah’a itaate davet etmektir Şevkânî, IV, 590. Bazı müfessirler, burada özellikle Hz. Peygamber’in övüldüğünü belirtmişlerdir. Övülenin müezzinler olduğu söylenmişse de ezan uygulamasına Medine döneminde geçildiğinden bu görüş isabetli değildir. Hz. Peygamber Allah’a davet eden ve Allah’ın iradesine uygun güzel işler yapan ilk müslüman olduğundan âyetteki övgünün öncelikle onunla ilgili olduğu muhakkaktır; ancak âyetin, Resûlullah’ın yolunu izleyerek aynı niteliklere sahip olan her müslümanı kapsadığını da kabul etmek kendisini İslâmî kimlikle tanıtan kimsenin bu kimliğe yaraşır bir hayat yaşamasının amel-i sâlih sahibi olmasının, insanları her şeyden önce güzel ahlâk ve örnek davranışlarla İslâm’a kazandırmaya çalışmasının önemine ve gerekliliğine de dikkat çekmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 708Fussilet Suresi 34-35. Ayet TefsiriZemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir… Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir” III, 392. Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” 5. âyet; “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın” 26. âyet gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da kötülükleri sebebiyle bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır… Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler” XXVII, 126-127.Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir Müslim, “Müsâfirîn”, 139; Kur’ân-ı Kerîm de Resûlullah’ı müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre Ahzâb 33/21 her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir İbn Âşûr, XXIV, 295. İbn Atıyye, “büyük pay” deyimiyle akıl ve erdemin kastedildiğini belirtir; aynı müfessire göre bununla cennet ve uhrevî mükâfat da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde âyet uhrevî bir vaad içermektedir V, 16.Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Özellikle bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir. İslâm ahlâkında bu erdemin adı hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır “Mümin kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” V, 16. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77; daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 708-710Fussilet Suresi 36. Ayet TefsiriBuraya kadar insanların, “Rabbimiz Allah” dedikten sonra dosdoğru çizgide yürümeleri, Allah yolunun davetçileri olmaları, güzel ve yararlı işler yapmaları, Allah’a teslim olup müslüman olmayı en yüce değer olarak bilmeleri, kötülüğe iyilikle karşılık vererek aralarında sıcak dostluk ve kardeşlik ilişkileri kurmaları ve bunu başarmak için başta sabır olmak üzere gerekli erdemlerle bezenmeleri, kısaca –İbn Atıyye’nin deyimiyle– “bütün ahlâk güzellikleri ve hilim çeşitleriyle” yani barışçıl duygu, düşünce ve davranışlarla donanmaları ideal bir müslüman olmanın ve sağlıklı bir toplum ilişkisi kurmanın gerekleri olarak ortaya kondu. Ancak bu yol, pürüzsüz, engelsiz değildir; en büyük engel de şeytanın içimize attığı olumsuz duygular, dürtülerdir. Şeytan, insanın içinde kin ve öfke duygularını alevlendirir, intikam arzularını tahrik eder, günah ve isyan eğilimlerini güçlendirir; sonuçta kişiyi Kur’an’ın öğütlediği üstün ahlâktan uzaklaştırmak ister. İşte âyet bu büyük ve tehlikeli engeli aşmanın en güvenli çaresini göstermektedir Allah’a sığınıp O’nun yardım ve desteğini istemek… Müfessirler, Allah’a sığınma buyruğunun aynı zamanda şeytana boyun eğmeme iradesini ve çabasını da içerdiğini ifade ederler. Âyette Allah Teâlâ’nın, kendisine sığınanın yardım talebini işittiğine, şeytan tarafından onun içine atılan dürtüleri bildiğine işaret edilmektedir. Allah, –Ankebût sûresinin 69. âyetinde de vaad ettiği üzere– elbette kendisine sığınan kulundan yardımını esirgemeyecek, onun ruhunu bu olumsuz etkilerden arındıracaktır bu yöndeki açıklamalar için bk. Taberî, XXIV, 120; Şevkânî, IV, 591. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 710-711Fussilet Suresi 37. Ayet TefsiriBazı müfessirler bu âyetin muhatabının Sâbiîler olduğu anlamına gelen açıklamalar yapmışlarsa da meselâ bk. Zemahşerî, III, 392; Râzî, XXVII, 129; İbn Âşûr, 299-300 bu yaklaşıma katılmak mümkün değildir. Zira Araplar’daki putperestlik inancının gök cisimlerine kutsallık yükleyen telakkilerle yakın ilgisi vardır. Şöyle ki, arkeolojik kaynaklar, İslâm’dan önce Güney Arabistan’da ay, güneş ve Zühre Aster, Işter yıldızlarından oluşan üçlü bir tanrı sistemine inanıldığını göstermektedir. Çevre kültürlerde yaygın olan bu tür inançların zamanla İslâm’ın zuhur ettiği Hicaz coğrafyasına da yayıldığı anlaşılmaktadır. Câhiliye dönemi Arapları’nda güneşe tapınmanın başlangıcı milât öncesine kadar uzanır. Güneşle ilişkisi olduğuna inanılan birçok tanrı veya put adı kullanılmaktaydı. Bunlardan Kur’an’da Menât’la birlikte anılan Necm 53/19 Lât ve Uzzâ, güneşi temsil eden birer tanrıça sayılıyorlardı. Özellikle Güney Arabistan kültünde önemli yeri olan ay tanrısına Ved Vüd, Ed adı verilirdi. Semûd ve Lihyân gibi Kuzey Arabistan kitâbelerinde de Ved adına rastlanmakta, kezâ Kur’an’da Câhiliye tanrıları arasında Ved ismi de geçmektedir Nûh 71/23. Abdüved Ved’in kulu, Abdüşşems güneşin kulu gibi erkek isimlerinin kullanılması, aya ve güneşe tapınmanın Kuzey Arabistan ve Hicaz’da da yaygın olduğunu gösteren başka kanıtlardır bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Arap [İslâm’dan Önce Araplar’da Din]”, DİA, III, 316-321. Bu bilgiler dikkate alındığında Câhiliye döneminde tapılan birçok putun güneş, ay ve diğer bazı gök cisimlerini temsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple konumuz olan âyetin muhataplarını Sâbiîler’le sınırlama çabaları yanında İbn Âşûr’un, “Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında güneşe ve aya tapanların bulunduğunu tesbit edemedim” şeklindeki ifadesini XXIV, 299, doğrudan doğruya bu gök cisimlerine tapınmanın bulunmadığı anlamında düşünmek gece ve gündüzün akışı gibi güneş ve ayın varlığı da ilâhî kudretin birer işareti, kanıtı olduğuna göre bu tür gök cisimlerine tapmak yerine onları yaratan Allah’a tapmanın gerekli olduğu, basit bir aklî çıkarım olarak ortaya konmaktadır. Burada asıl vurgu, tapılmaya lâyık olanın, sadece yüce yaratıcı olduğu, O’nun dışındaki bütün nesneler, olgular yaratılmış olduklarından bunların tapılmaya da değer olmadıkları gerçeğidir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 712-713Fussilet Suresi 38. Ayet TefsiriMekke’nin aristokrat kesiminin İslâm’ı reddetmelerinin temel sebeplerinden biri de Hz. Peygamber’e tâbi olmayı ve onun etrafında toplanan sıradan insanlar arasına katılmayı, onlarla birlikte Allah’a secde etmeyi kendilerine yedirememeleri şeklindeki ilkel bir benlik duygusuydu; bunu bizzat kendileri de ifade ederlerdi. İşte âyette bu zihniyete değinilmekte ve Allah’ın, onların secdelerine, ibadetlerine ihtiyacı olmadığı, esasen O’nun bıkıp usanmadan kendisine ibadet eden başka kullarının bulunduğu bildirilmektedir. Tefsirlerde bu kulların melekler olduğu belirtilir.“Rabbinin katında bulunanlar” ifadesi meleklerin mekân yönünden değil, itibar, değer ve O’na yakın olma çabası içinde bulunma yönünden Allah’a yakınlıklarını gösterir. Râzî, bu ifadeye göre meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu belirtir XXVII, 129. Melek olsun insan olsun, Allah katında yücelik ve değer kazanmış varlıklar bile O’na secde ederlerken daha aşağı derecede bulunanların secde etmeyi benliklerine yedirememeleri büyük bir kusurdur, idraksizliktir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 713-714Fussilet Suresi 39. Ayet TefsiriMüşrik Araplar’ın İslâm karşısındaki temel bir tutumları da herkesin bu dünyada benimsediği inanç ve davranışlarının hesabını vereceği âhiret hayatını, dolayısıyla yeniden dirilmeyi inkâr etmeleriydi. Âyette kuru toprağa can veren gücün insanı yeniden diriltmeye de muktedir olduğu hatırlatılmaktadır. Ancak, âyette Allah’ın ölüleri dirilten gücü mutlak ifade edildiğinden, burada sadece insanların öldükten sonra diriltilmesi kastedilmeyip bunun yanında mutlak olarak canlılık, sağlık, zindelik, verimlilik, üretkenlik, zihin açıklığı, kalp aydınlığı gibi her türlü olumlu yetenek ve aktiviteleri verenin Allah olduğuna işaret edildiği de düşünülebilir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 714Fussilet Suresi 40. Ayet Tefsiri“Gerçekten sapma” olarak çevirdiğimiz âyet metnindeki ilhâd kavramı, sözlükte “sapma, ayrılıp uzaklaşma” anlamına gelir. Buradaki mânasıyla ilgili olarak şu açıklamalar getirilmiştir Kur’an’a imandan sapmak; Kur’an tilâveti sırasında ıslık çalarak, el çırparak, şarkı söyleyip kuru gürültü yaparak Kur’an’ın sesini boğmak suretiyle haksızlığa sapmak, âyetler hakkında yalan dolan sözler sarfetmek, inatçılık ve zorbalık yapmak, şirke sapmak İbn Atıyye, V, 19; Şevkânî, IV, 593; doğruluktan sapmak, kozmolojik deliller ortaya koyan âyetlerin ifade ettiği gerçeklerden yüz çevirmek İbn Âşûr, XXIV, 304. Âyetteki ilhâd kavramının bütün bu olumsuz davranışları kapsadığı, dolayısıyla inkârcıların Kur’an ve İslâm konusunda gerçeği saptırmayı amaçlayan, haksızlık ve şiddete dayanan inatçı tutumlarını ifade ettiği düşünülebilir. Âyet, bu tutumları sergileyenlerin Allah tarafından çok iyi bilindiği uyarısında bulunmakta; bu tavırları yüzünden ateşe atılmayı hak edenlerle dürüstlüğü ve hakikati ilke edinenlerin eşit değerde olmadıklarını, uhrevî âkıbetlerinin de aynı olmayacağını, birincilerin ateşte, ikincilerin güvenlik yurdu olan cennette olacaklarını haber vermektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 714Fussilet Suresi 41-42. Ayet TefsiriVahyin temel amacı insanlara inanç ve yaşayış konularında doğruyu ve yanlışı, faydalıyı ve zararlıyı göstererek onları aydınlatmak olduğu için âyette Kur’ân-ı Kerîm “uyarıcı kitap” zikir diye anılmıştır. Bu kullanımı sebebiyle Kur’an’ın isimlerinden biri olarak gösterilen zikir kelimesi, “değerli hâtıra” anlamına da gelir. Kur’an, ona inanan ve yolundan giden ilk neslin dilleri, inançları, erdemli yaşayışları ve mücadeleleriyle saygın bir topluluk olarak daima yâdedilmelerine vesile olacağı için bu isimle anılmıştır. “Çok değerli” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki azîz kelimesi “güçlü” anlamına da gelir. Esasen Kur’an’ın değerli oluşu, Allah kelâmı olup O’nun katından gelmesinden, ayrıca 42. âyette de belirtildiği gibi kesinlikle asılsız ve faydasız bir unsur içermemesinden, yani baştan sona gerçeği ihtiva etmesinden; nihayet bu nitelikleri sayesinde onun özüne ve mesajına aykırı bütün inanç ve ideolojilere karşı galip çıkmasından ileri gelir. Bu böyledir, çünkü Kur’an, “hikmet sahibi, övgüye lâyık olan Allah katından indirilmiştir”; hikmet sahibi olandan da ancak hikmete uygun olan, yani mutlak doğru ve mutlak yararlı olan sözler iner.“Ne başlangıcında ne de sonrasında ona asılsız bir şey girebilir” cümlesi genellikle, Hz. Peygamber ve Kur’an’ı ona indiren Cebrâil de dahil olmak üzere hiç kimsenin onda herhangi bir eksiklik veya fazlalık meydana getiremeyeceği anlamına gelecek ifadelerle yorumlanmıştır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 717Fussilet Suresi 43. Ayet TefsiriMekke putperestleri, bir kısmına bu sûrede de değinilen bazı haksız isnat ve suçlamalarla, alay ve tehditlerle Hz. Peygamber’i üzüyorlardı. Âyette bu tür haksızlıklara, barbarca davranışlara önceki peygamberlerin de mâruz kaldığı haber verilerek Resûlullah teselli edilmekte, dolayısıyla geçmiş peygamberler gibi onun da sabırlı olması gerektiği hatırlatılmakta; yüce Allah’ın ona ve onunla birlikte inananlara mağfiretiyle, inkârcı ve haksız davranışlarıyla onları incitenlere de şiddetli azabıyla karşılık vereceği bildirilmektedir. Âyet, benzer tutumlara mâruz kalan her dönemdeki müslümanları da böyle durumlarda insanlığın önderleri olan peygamberlerin takındıkları ortak tutum konusunda aydınlatmakta; dolayısıyla peygamberleri onlara ideal örnekler olarak göstermekte, ayrıca onlara da hem teselli hem de ümit ve moral aşılamaktadır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 717Fussilet Suresi 44. Ayet TefsiriKur’ân-ı Kerîm’in ilk muhatapları Araplar olduğu için onun Arap diliyle indirilmesi de doğaldır. Eğer başka bir dilde indirilseydi âyette belirtilen itirazı öne sürenler haklı olacaklardı. Bu âyet, Kur’an’ın Arap olmayan toplumlar tarafından anlaşılıp gereğinin yerine getirilebilmesi için o toplumların dillerine çevrilmesi gerektiğine de işaret etmektedir. Ancak bu çeviriler, Kur’an’ın anlam ve içeriğini yansıtması bakımından elbette değerli olmakla birlikte, “Allah’ın muradını eksiksiz kuşatan ve anlatan, dolayısıyla ilâhî kelâm olarak özel değer taşıyan asıl kutsal kitap” anlamında Kur’an, orijinal Arapça metinden ibarettir; çeviriler ise bu metni okuyanın, yetenekleri ölçüsünde ondan anlayabildiği, anladıklarını kendi kelimeleriyle ifade ettiği beşerî eserlerdir Kur’an’ın Arapça indirilmesinin gerekçeleri hakkında ayrıca bk. Zümer 39/28. Sonuç itibariyle Kur’an, mânalarının anlaşılması ve hükümlerinin yerine getirilmesi için indirilmiştir; Arapça bilenler orijinal metninden, bilmeyenler çeviri ve tefsirlerinden yararlanarak onun içeriği hakkında bilgi edinirler. Ancak âyet, Kur’an’ın rehberliğinden, ruhlara şifa verici anlamlarından yararlanmanın bir iman konusu olduğuna; Kur’an’ın ilkelerini ve hedeflerini kendi sosyal, ekonomik, siyasal vb. konumlarına ve hedeflerine engel gören, bu nedenle Kur’an’a ön yargılı bakan inkârcıların, onun gerçek anlamını ve yol göstericiliğini de kavrayamayacaklarına dikkat çekmektedir. “Kur’an onlara kapalıdır”; çünkü amaçları Kur’an’ı anlamak değil, 26. âyette anılan davranışlarıyla da ortaya koydukları gibi onu etkisiz kılmaktır. Âyetin, “sanki onlara uzaktan sesleniliyor” anlamındaki son cümlesi, bu tutumlarıyla onların Kur’an’ın ruhuna ve anlamına ne kadar uzak olduklarına işaret göre XXVII, 133-134 Kur’an’a inanmamakta haklı olduklarını göstermek için türlü bahaneler arayan, gerekçeler icat etmeye çalışan putperestlerin, sûrenin başında geçen “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimizin akıllarımızın üzerinde örtüler, kulaklarımızda da bir sağırlık var; seninle bizim aramızda bir perde bulunmaktadır” meâlindeki sözlerine bu sûre bütünüyle bir cevap oluşturmaktadır. Nitekim daha sûrenin başında Kur’ân-ı Kerîm’in başlıca özellikleri anlatılırken, “Bilen bir topluluk için âyetleri apaçık anlaşılır hale getirilmiş Arapça okunan bir kitaptır” buyurulmuştu. 44. âyette de Kur’an’a karşı itirazlar üretmeye çalışanlara şu cevap verilmektedir Eğer Kur’an Arapça’dan başka bir dilde inseydi, doğal olarak onu anlayamayacağınız için anılan sözlerinizde haklı olabilirdiniz; ama Kur’an kendi dilinizde indiğine göre artık onu anlamadığınızı ileri sürmeniz bir yalandan âyet metnindeki “hüdâ” kelimesini, Kur’an’ın bütün iyiliklere rehber ve bütün mutluluklara vesile olmasıyla; “şifâ” kelimesini ise Kur’an’ın rehberliğinden yararlanıp hidayete ulaşan insanın inkâr ve cehâlet hastalıklarından kurtulmasıyla izah eder XXVII, 134. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 718-719Fussilet Suresi 45. Ayet TefsiriAllah’ın kitabı hakkında insanların ihtilâfa düşmelerinin, bazıları ona içtenlikle inanırken bazılarının onu susturmaya çalışmalarının yeni olmadığı gerçeği, Hz. Mûsâ’ya indirilen kitap Tevrat örneğiyle hatırlatılmaktadır. Âyete göre Allah Teâlâ inkârcıları hak ettikleri cezaya hemen çarptırmıyorsa bunun sebebi, O’nun, inkâr ve isyana sapan insanlara, isterlerse dönüş yapıp doğru yola yönelmelerini mümkün kılacak şekilde fırsat tanıyan hükmü ve yasasıdır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 719Fussilet Suresi 46. Ayet TefsiriBaşta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere bütün insanlığa Allah’ın evrensel bir yasası hatırlatılmaktadır. “Doğru ve yararlı iş” diye çevirdiğimiz metindeki sâlih kelimesi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp O’nun hükümlerine göre yaşamak; mümkün olduğunca çok sayıda insana, hatta diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşrû ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve uzlaşma içinde olma çabası göstermek gibi yapıcı davranışları içine alan geniş kapsamlı bir kavramdır. Âyete göre bu şekilde doğru ve yararlı işler yapan bir kimse,bu dünyanın bazı ârızî şartları yüzünden hak ettiği iyiliği elde edemese, hatta iyilik ettiği halde sıkıntı çekse bile– nihaî planda asla haksızlığa uğratılmayacak, iyiliklerinin karşılığını bulacak; aynı şekilde kötülük işleyenler de cezalarını çekeceklerdir. “Senin rabbin kullarına asla haksızlık etmez” ifadesi, bir bakıma bu hususta ilâhî bir teminat anlamıtaşımaktadır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 719Fussilet Suresi 47-48. Ayet TefsiriHerkesin, iyilik veya kötülük olarak yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağı, böylece ilâhî adaletin eksiksiz gerçekleşeceği zaman ve yer, kıyametle başlayan öteki dünyadır. Müminler, bu imanın verdiği sorumluluk bilinciyle yaşadıkları için olabildiğince “doğru ve yararlı işler” yapmaya, kötülükten uzak durmaya çalışırlar.“Kıyametin zamanını bilmek sadece Allah’a havale edilir” ifadesi, müminlerin, bu konudaki bilginin yalnızca Allah’a mahsus olduğuna inandıkları, gerçeği bu şekilde dile getirdikleri anlamına tefsirlerde 47. âyetin ilgili kısmı, kıyamet saatinin bilgisi gibi, bitkilerin ürün vermesiyle dişilerin hamilelik ve doğum yapma zamanına, ceninin cinsiyetine Zemahşerî, III, 394 dair bilgilerin de sadece Allah’a mahsus olduğu şeklinde yorumlanmıştır meselâ bk. Râzî, XXVII, 136; İbn Âşûr, XXV, 6; Süleyman Ateş’in de, “Allah’tan başka hiçbir varlık böyle gizli şeylere vâkıf değildir” diyerek aynı yorumu benimsediği görülmektedir VIII, 146. Oysa âyette kıyamet saatinin bilgisi sadece Allah’a tahsis edilirken, meyvelerin ürün vermesi, dişinin gebe kalması ve doğurması örneklerinde böyle bir tahsis yapılmayıp Allah’ın onları da bildiği belirtilmiş, O’ndan başkasının bilemeyeceği anlamına gelebilecek bir ifade kullanılmamıştır. Buna göre, kıyametin vaktini sadece Allah bilir; ürün verme, gebe kalma ve doğurma zamanlarını, ceninin cinsiyetini ise insanlar da bilebilir. Nitekim günümüz teknik imkânlarıyla bu bilgilere kolaylıkla ulaşılmaktadır. Ancak insanların önceden bilgi edinebildiği şeylerin vakti geldiğinde mutlaka gerçekleşeceği de düşünülmemelidir Zira bizim önceden kestiremeyeceğimiz bazı engeller yüzünden beklediğimiz olaylar umduğumuz gibi gerçekleşmeyebilir; âyetteki örneklerle ekinler, meyveler ürün vermeyebilir, dişiler hamile kalmayabilir veya düşük yapabilirler. Ama Allah’ın bilgisi asla şaşmaz; çünkü O, olabilecek bütün ihtimalleri de önceden bilir ve bildiği her şey bilgisine uygun olarak mutlaka gerçekleşir. Bu sebeple âyette Allah’ın yaratmasıyla ilmi arasındaki ilişkiye de dikkat çekilmektedir ayrıca bk. Lokmân 31/34. “İçimizde buna şahitlik edecek hiç kimse yoktur” diye çevirdiğimiz cümle, “Vaktiyle taptığımız o şeyleri şu anda hiçbirimiz göremiyoruz” veya “Artık aramızda onların tanrı olduğuna şahitlik eden, böyle birinanç taşıyan hiç kimse yoktur” şeklinde yorumlanmaktadır. 48. Âyetteki ifade, ilk yorumun daha isabetli olduğu kanaatini vermektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 719-720Fussilet Suresi 49-51. Ayet Tefsiri“İyi” diye çevirdiğimiz metindeki hayır kelimesi, bu bağlamda özellikle zenginlik, sağlık, mevki, itibar, güç gibi dünyevî imkân ve menfaatleri ifade ettiği için kelimeyi bu bağlamda “çıkarına uygun şeyler” diye anlamak uygun aslında Mekke putperestlerinin karakter yapısına dair bilgi verilmekle birlikte, daha genel olarak sağlıklı bir din ve ahlâk eğitiminden geçmemiş, ruhsal yetkinlik kazanmamış pek çok insanı da kuşatan bir karakter tipi tanıtılmaktadır. 49. âyette ilâhî vahyin terbiyesinden geçip gönül zenginliğine ulaşamamış, ruhsal arınmasını gerçekleştirememiş insanın dünyevî menfaatler konusundaki açgözlülüğü; ayrıca böyle birinin, yine ruhî gelişmemişlik ve mânevî yoksulluk nedeniyle hayatın mihnetleriyle, belâ ve sıkıntılarıyla karşılaştığında sergilediği dayanıksızlık, ümitsizlik ve karamsarlık dile sıkıntıdan sonra nimet ve bolluğa, rahatlığa kavuştuğunda bunu Allah’ın lutfu bilerek O’na şükran ve minnet duygularını arzetmek yerine, “Bu benim hakkımdır; bunu hak ederek kazandım; buna lâyık bir adam olduğum için Allah lutfetti” gibi sözler söylemek veya bu anlama gelebilecek küstahça bir tavır takınmak, 51. âyetteki ifadesiyle “arkasını dönüp uzaklaşmak” da açıkça Mekke putperestlerinin “cehâlet ve sefâhet” olarak anılan barbarlık zihniyetiyle örtüşen bir iman ve ahlâk yoksulluğu, hamlık ve cehâlet alâmeti, ahmakça bir kendini beğenmişlik ve kendine güven işaretidir. Kezâ bu tiplerin, “Rabbime varacak olsam bile O’nun huzurunda benim için güzel şeyler bulunduğundan eminim” şeklindeki ifadeleri de aynı zihniyet ve karakter yapısının dışa yansıması olan bir sorumsuzluk, ciddiyetsizlik ve küstahlık örneğidir. Bu âyetlerden çıkardığımız derse göre iman ve ahlâkta kemale ermiş olan kişi ise, tam aksine, Allah karşısında kulluğunun bilincinde olur; nimeti O’ndan bilir, sahip olduğunda şükreder, kaybettiğinde sabreder; yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluğunu ve niyazını sürdürür; nihayet âhiret konusunda tam bir sorumluluk kaygısı duyar, buna göre yaşar, buna göre konuşur. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 722-723Fussilet Suresi 52. Ayet TefsiriMüfessirlerin ağırlıklı tercihini benimseyerek “bu Kur’an” diye çevirdiğimiz zamirle dinin şer kastedildiği de söylenmiştir İbn Atıyye, V, 23. “Kesin bir çatışma içine düşen”den maksat, Kur’an karşısında kalplerinin kapalı, kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen 5. âyet, âyetler okunurken insanları gürültü çıkarmaya çağıran 26. âyet ve böylece Kur’an’ın sesini boğmayı amaçlayan muannit inkârcılardır. Kur’an’ın Allah katından geldiği gerçeğinin, “Hiç düşündünüz mü?” diyerek başlayan soru cümlesiyle ortaya konması, putperestlerin olumsuz yargılarının ve tutumlarının bilgi ve kanıta dayanmadığını göstermektedir. Onların, bu şekilde düşünüp taşınmadan, kanıtsız ve gerekçesiz olarak Kur’an mesajına karşı tavır koymaları âyette “çatışma” ve sapkınlığın en aşırı derecesi olarak değerlendirilmiştir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 723Fussilet Suresi 53. Ayet TefsiriAllah, Kur’an’ın gelmeye başlamasından sonraki zaman diliminde öyle olaylar gerçekleştirecek ki Kur’an muhalifleri bunları gördükten, duyduktan sonra artık onun gerçekten Allah katından indirilmiş Hak kelâmı olduğunu tereddütsüz anlayacaklardır. “Çevre” diye çevirdiğimiz metindeki âfâk kelimesine ve “kendileri” diye çevirdiğimiz enfüsihim kendi nefisleri ifadesine verilen farklı anlamlara göre âyet iki şekilde yorumlanmıştıra Eski müfessirlerin, bazı önemsiz farklılıklarla, yaygın olarak benimsedikleri yoruma göre “âfâk”, Mekke dışındaki çeşitli yöreler, bölgeler nevâhî, “kendi nefisleri” de putperestlerin yaşadığı Mekke kentidir. Buna göre âyette vakti geldiğinde gerek müşriklerin yaşadığı Mekke’nin gerekse Mekke çevresindeki diğer yörelerin, hatta dünyanın birçok bölgesinin Hz. Muhammed ve daha sonraki müslüman liderler tarafından fethedileceği; böylece putperestlerin asılsız olduğunu ileri sürdükleri Kur’an mesajının, İslâm dininin cihana yayılacağı müjdelenmektedir. Nitekim daha Hz. Peygamber zamanında Mekke fethedildiği gibi Arap yarımadasının tamamına yakını da İslâm hâkimiyetine girmiş; böylece hayatta olan birçok Mekkeli bu müjdenin gerçekleştiğini Diğer bir yoruma göre “âfâk”tan maksat yıldızları, ayı ve güneşiyle semanın uçsuz bucaksız köşeleri kozmik evren, astronomik, meteorolojik, biyolojik vb. olaylar, yasalar; “kendileri”nden maksat da en ince sanatların ve yaratılış hikmetlerinin örneği olan insanın biyolojik ve ruhsal dünyasıdır; kısacası “dış dünyadaki kanıtlar”, kozmolojik evrenin sırları, “kendilerinde bulunan kanıtlar” ise insanın biyolojik, psikolojik, parapsikolojik yapısındaki sırlardır. Âyette ileride insanoğluna bu sırların gösterileceği, yani insanlığın bu konularda keşifler yapacağı bildirilmektedir bu iki farklı yorum için bk. Taberî, XXV, 4-5; Râzî, XXVII, 139; Şevkânî, IV, 598.Eski müfessirlerin çoğu ikinci yoruma katılmamışlardır. Çünkü onlara göre âyet, henüz bilinmeyen bazı şeylerin ileride bilineceğini haber vermektedir; halbuki bu âyetin indiği dönemde insanlar bakışlarını semaya çevirdiklerinde oradakileri zaten görüyor, biliyorlardı. Ancak, Râzî’nin de önemle belirttiği gibi XXVII, 139 bu gerekçe zayıftır; zira o dönemin insanları gerek kozmik evrendeki gerekse insanın biyolojik ve psikolojik varlığındaki sayısız harikalardan habersizdi; “Yüce Allah insanlara bu harikaları zaman içinde adım adım keşfettirmektedir.” Şu halde âyette Allah Teâlâ, zaman içinde insanlara hem kendi varlık yapıları hakkında hem de dış dünyada yaratıcı kudretinin eserleri olan nice kanıtlarını göstereceğini haber vermektedir ki bu da o döneme göre ileride gerçekleşecek olan bilimsel keşiflerden başka bir şey değildir. Yine Râzî’ye göre âyette Allah’ın zamanla göstereceği bildirilen kanıtları fetihler olarak anlamak isabetli görünmemektedir. Nitekim tarih bize göstermektedir ki, müslümanlar bazı ülkeleri fethettikleri gibi gayri müslimler de İslâm ülkelerini ele geçirebilmektedir. Kuşkusuz Mekke’nin fethedileceğine dair bazı müjdeler varsa da bu âyet fetihle ilgili değildir. Bize göre “kanıtlar” hem ilk muhataplara hem de sonradan gelenlere –her dönemdekilerin idrak kapasitelerine uygun düzeyde– gösterilmiştir ve gösterilmeye devam cümlesinden de anlaşılacağı üzere bu âyette, Mekke putperestleriyle onların tutumlarını tekrar edenler, Allah’ın kitabına ve peygamberine karşı inatla ve cahilce sürdürdükleri inkâr ve isyandan vazgeçmeye; böylesine üstün kudrete sahip olan Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygambere kitap göndermeye de muktedir olduğunu kabul edip o kitabın hükümlerine uymaya ve o peygamberin yolundan gitmeye davet edilmekte; her şeye şahit olan Allah’ın onların hâlâ sürdürdükleri haksız ve yanlış tutumlarını da çok iyi bildiği uyarısında son cümlesi, putperestler kabul etmese bile her şeye şahit olan Allah’ın, Hz. Muhammed’in doğruluğuna tanıklık etmesinin yeterli olduğu, dolayısıyla düşmanlarının tutumları sebebiyle onun üzülmemesi gerektiği şeklinde de yorumlanmıştır Şevkânî, IV, 598; İbn Âşûr, XXV, 20. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 723-725Fussilet Suresi 54. Ayet TefsiriPutperestlerin, bu sûrede özetlenen olumsuz tutumları genellikle âhiret hayatına inanmamalarından ileri geliyordu; zira bu inançsızlık onlarda yaptıklarından dolayı hesap verme durumunda kalmayacakları kanaatini uyandırıyor; bu da onlara güçlerinin yettiği her türlü haksızlığı yapma cesaretini veriyordu. Son cümlede kesinlik bildiren bir üslûpla Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığı, dolayısıyla inkârcıların bu haksız tutumlarından da haberdar olduğu hatırlatılarak, onların zannettiklerinin aksine bir gün bunun hesabını mutlaka vereceklerine işaret edilmektedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 725Fussilet Suresi Hakkında“Hâ mîm” rumuzu ile başlayıp ardarda sıralanan yedi sûrenin ikincisidir. Mekke devrinin sonlarına doğru mirac olayının ardından Mü’min Gāfir sûresinden sonra nâzil olmuştur. Mekke devrinin erken dönemi sayılan Habeşistan’a hicret yıllarında nâzil olduğu yolunda bazı tahminler ileri sürülmüşse de Doğrul, s. 530 bunu destekleyen herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. İsrâ sûresinden sonra inen sûrelerden olduğuna ilişkin rivayetler göz önüne alınarak hicretten az önce nâzil olduğu kabul edilebilir Şehhâte, I, 347.Sûrenin bazı âyetlerinin nüzûlüyle ilgili olarak Abdullah b. Mesûd’dan gelen bir hadiste bildirildiğine göre Kabe’nin yanında birbirleriyle konuşan üç kişiden biri, “Ne dersiniz, acaba Allah bütün söylediklerimizi işitti mi?” diye sorar. İkincisi, “Açıkça söylediklerimizi muhakkak ki işitmiştir, fakat yavaş sesle söylediklerimizi belki duymamıştır” cevabını verir. Üçüncüsü ise, “Öyle şey olur mu! Eğer açıkça söylediklerimizi işitmişse gizli söylediklerimizi de işitmiştir” der. Abdullah b. Mesûd’un bu konuşmayı Hz. Peygamber’e nakletmesi üzerine, “Siz ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi mahvetti ve bu yüzden ziyana uğrayanlardan oldunuz” meâlindeki âyetler 22-23 nâzil oldu Buhârî, “Tefsîr”, 41/2; Müslim, “Münâfiķīn”, 5; Tirmizî, “Tefsîr”, 41/2; Süyûtî, ed-Dürrü’l-menŝûr, VII, 319. Sûrenin, “… Şu halde ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi” meâlindeki 40. âyetinin ise Ebû Cehil ve Ammâr b. Yâsir bir rivayete göre Ebû Bekir hakkında nâzil olduğu rivayet edilmektedir Süyûtî, VII, 330.Küfe âlimlerinin sayımına göre elli dört, Mekke ve Medine sayımına göre elli üç, Basra ve Şam sayımına göre elli iki âyettir. İhtilâf, baştaki “hâ mîm” rumuzu ile bazı âyetlerinin müstakil birer âyet sayılıp sayılmamasından kaynaklanmaktadır. Fâsıla*sı ب ، د ، ر ، ز ، ص ، ض ، ط ، ظ ، م ، ن adını, 3. âyette geçen ve “ayrıntılarıyla açıklandı” anlamına gelen fussılet kelimesinden alır. “Hâ mîm” rumuzu ile başlayan sûreler arasında, içinde secde âyeti bulunan tek sûre olması sebebiyle “Hâ mîmü’s-secde” adıyla da anılır. Bu sûreye, 12. âyette geçen “kandiller” anlamındaki mesâbîh kelimesinden dolayı Mesâbîh sûresi ve 10. âyette yer alan, “azık” anlamındaki kūt kelimesinin çoğulu akvâttan dolayı Akvât sûresi de maksadı, Kur’an’ın ilâhî vahiy, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu inkâr eden, onun davetine karşı kalplerinin ve kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen, bu kadarla da yetinmeyip Peygamber’e engel olmak için ellerinden geleni yapan ve ona, “Sen istediğini yap, biz istediğimizi yapmaktayız” âyet 5 diye tehditler savuran müşrikleri uyarmak; iman gerçeklerini kabul etmelerinin kendi lehlerine olacağını, bu uyarıların Allah’ın rahmet ve merhametinin icabı olduğunu haber âyetlerde sûrenin konusu açık bir şekilde ortaya konur Kur’an uydurulmuş değil rahman ve rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir. O müjdeleyen ve uyaran bir kitaptır. Tek bir ilâh olan Allah’a inanıp ona yönelmek gerekir. İnat ve kibirleri yüzünden Allah’a şirk koşanların vay haline! İnanan ve salih amel işleyenler için tükenmeyen bir mükâfat vardır âyet 1-8.Daha sonraki âyetlerde, âlemlerin rabbi olan Allah’ın kudret ve azametinin delilleri gösterilerek O’nu inkâr etmenin ve O’na ortak koşmanın anlamsızlığı ve bunun sonuçları dile getirilir. Bereket ve rızık dolu yeryüzüyle esrarlı yedi kat gökyüzünü çeşitli aşamalardan geçirerek yaratan ve her birine bir nizam takdir eden yalnız Allah’tır. Her şeyi hakkıyla bilen ve mutlak güç ve kudret sahibi olan O’dur. Böyle bir kudret sahibini ve O’ndan gelen âyetleri inkâr etmek, O’nun hakikatlerinden yüz çevirmek, tıpkı Âd ve Semûd kavimlerinin başlarına gelen felâket gibi bir felâkete sürükler. Çünkü onlar da peygamberlerinin davetine kulaklarını tıkamışlar, Allah’ın kudret ve azametini görmezlikten gelerek O’nu inkâr etmişlerdi. Müminler ise itaat edip kurtulmuşlardı âyet 9-18.Sûre, Allah’ın düşmanlarının sadece dünyada değil inkâr ettikleri âhirette de hesaba çekileceklerini ve daha çetin bir azaba uğratılacaklarını anlatan âyetlerle devam eder. Burada onların kulaklarının, gözlerinin ve derilerinin kendi aleyhlerine şahitlik edeceği, böylece kendi yaptıklarından birçoğunu Allah’ın bilmeyeceği zannına kapılanların ziyana uğrayacakları haber verilir. Bunların, uyarılmadıkları için değil uyarıldıkları halde gerçekleri kabule yanaşmadıkları için bu duruma düştükleri ve kendi kendilerine yazık ettikleri vurgulanır. İnsanları baştan çıkaranlar, kötülükleri çekici ve süslü gösterenler olmasa insanın aslında aklı ve vicdanı ile hakkı kabule yatkın olduğuna işaret edilir âyet 19-25.Kur’ân-ı Kerîm’in gönülleri fetheden cazibesiyle inananların sayısının her geçen gün biraz daha artması üzerine taktik değiştirip, “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, böylece belki üstün gelirsiniz” âyet 26 diyen inkârcıların Kur’an hakikati karşısında nasıl olumsuz bir tavır sergileyip azgınlık ve taşkınlık gösterdiklerini ve bu yüzden âhirette nasıl bir azapla karşılaşacaklarını, kendilerini bu duruma düşüren cin ve insanlardan nasıl intikam almak isteyeceklerini tasvir eden âyetlerden 27-29 sonra, “Rabbimiz Allah’tır” diyen müminlerin ihlâs ve samimiyetlerini dile getiren ve onların her iki dünyadaki mutluluklarını anlatan âyetler gelir 30-32. Daha sonraki âyetlerde ilâhî davete uymanın ve onu yaymanın güzelliklerinden, onun insan hayatı üzerindeki olumlu etkilerinden bahsedilir. 33. âyette iyilikle kötülüğün bir tutulamayacağı vurgulandıktan sonra, “Sen -kötülüğü- iyilikle önle. O zaman seninle onun arasında düşmanlık bulunan kişi sanki candan bir dost olur” denilerek sosyal barışın temel ahlâkî ilkesi ortaya konur; bu ahlâkî yüceliklere ancak sabırlı ve iyilikten nasibi olanların ulaşabileceği belirtilir. Güneşe ve aya değil onları yaratan Allah’a tapmak, O’na secde etmek gerektiği üzerinde durulur. İnkarcıların büyüklük taslamakla gerçeği küçük düşüremeyecekleri, hak dinin Allah’ın emriyle yayılacağı ve Allah’ın, gökten yağmur yağdırıp kuru toprağı yeşerttiği gibi ölüleri dirilteceği anlatılır. Allah tarafından indirilen o eşsiz kitabı inkâr ederek âyetleri hakkında anlamsız yorum ve tartışmalara girenlerin âhirette ateşe atılacakları, inananların da güven içinde Allah’ın huzuruna çıkacakları, esasen önceki peygamberlere de aynı şekilde vahiy geldiği, Allah’ın affediciliği yanında cezalandırmasının da çok şiddetli olduğu bildirilir. “Eğer biz Kur’an’ı Arapça’dan başka bir dille gönderseydik derlerdi ki Âyetleri açıklanmalı değil miydi? Arap’a yabancı dilden kitap olur mu? De ki O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. Onlara -sanki- uzak bir yerden bağırılıyor” meâlindeki âyette 44, Kur’an’ın ne söylediğini anlamak istemeyen inkârcıların kibir ve inatlarından dolayı kötü niyetle hareket ettikleri açıklanır ve Kur’an’ın inananlara hidâyet ve şifa olduğu, inanmak istemeyenlerin de kulaklarında sağırlık, gözlerinde körlük bulunduğu ve bu durumun onların hakikatten uzak durmalarından kaynaklandığı dile getirilir. Geçmişte Hz. Mûsâ’ya indirilen kitap hakkında da ihtilâf çıktığı, bazılarının iman edip bazılarının inkâra saptığı haber verilir âyet 33-45.Sûrenin son bölümünde âyet 46-54 herkesin yaptığı iyiliğin kendi lehine, işlediği kötülüğün de kendi aleyhine olacağı, Allah’ın kullarına haksızlık etmesinin düşünülemeyeceği hatırlatıldıktan sonra bütün bu uyarılara kulak tıkayan, ortaya konan delilleri görmezlikten gelen inkârcıların ilkel düşünce tarzlarına dikkat çekilir ve psikolojik durumlarıyla ilgili bazı tahliller yapılır; didişmeyi seven, günaha meyilli, aceleci, sabırsız, nankör ve bencil mizaçlı oldukları gözler önüne serilir. İnkârcılara rağmen Allah’ın dininin yayılacağı ve Kur’an gerçeklerinin inkâr edilemez bir şekilde kuvvet kazanıp ve gelişeceği, nihayet bu gerçeklerin kendilerine hem kendi iç dünyalarında hem dış dünyada gösterileceği vurgulanır âyet 53. Sûre, kitap ve peygamber nimetinin kadrini bilmeyip bu nimetten yüz çeviren âyet 51 insanlara şu uyarıda bulunarak sona erer “Dikkat edin, onlar rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. Biliniz ki O her şeyi kuşatmıştır.”Fussılet sûresinin faziletiyle ilgili olarak Beyhakî’nin tahrîc ettiği Halîl b. Mürre hadisinde, Hz. Peygamber’in Tebâreke ile “Hâ mîmü’s-secde”yi okumadan uyumadığı rivayet edilir ŞuǾabü’l-îmân, II, 486; Süyûtî, ed-Dürrü’l-menŝûr, VII, 312. Ancak sûrenin fazileti hakkında bazı tefsirlerde yer alan meselâ bk. Zemahşerî, IV, 162; Beyzâvî, V, 395 ve bu sûreyi okuyan kimseye Allah’ın her bir harfine karşılık on sevap vereceğini müjdeleyen hadisin uydurma olduğu kabul edilmiştir İbnü’l-Cevzî, I, 239-241; Zerkeşî, I, 432; İbn Hacer, IV, 162.BİBLİYOGRAFYABuhârî, “Tefsîr”, 41/2; Müslim, “Münâfiķīn”, 5; Tirmizî, “Tefsîr”, 41/1-2; Beyhakî, ŞuǾabü’l-îmân nşr. Ebû Hâcir M. Saîd Besyûnî, Beyrut 1410/1990, II, 486; Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1373/1953, IV, 144-162; İbnü’l-Cevzî, el-MevżûǾât nşr. Abdurrahman M. Osman, Medine 1386/1966, I, 239-241; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXVII, 93-186; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl MecmûǾa mine’t-tefâsîr içinde, İstanbul 1317-24, V, 370-395; Nîsâbûrî, Esbâbü’n-nüzûl, Kahire 1388/1967, s. 250; Zerkeşî, el-Burhân, I, 432; İbn Hacer, el-Kâfi’ş-şâf Zemahşerî, el-Keşşâf içinde. Kahire 1373/ 1953, IV, 162; Fîrûzâbâdî, Beśâǿir nşr. M. Ali en-Neccâr, Beyrut, ts. el-Mektebetü’l-İlmiyye, IV, 194-195; Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl [baskı yeri ve yılı yok] Dâru İhyâi’t-türâsi’l-Arabî, s. 172; ed-Dürrü’l-menŝûr, Beyrut, ts. Dârü’l-Fikr, VII, 308-334; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, Beyrut 1408, XII, 94-131; XIII, 1-10; Elmalılı, Hak Dini, V, 4184-4217; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu İstanbul 1943, İstanbul 1980, s. 530; Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûre ve maķāśıdühâ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1980, I, 347-349; M. Tâhir b. Âşûr, Tefsîrü’t-taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, XXIV, 227-319; XXV, Işık We use cookies on our website to give you the most relevant experience by remembering your preferences and repeat visits. By clicking “Accept All”, you consent to the use of ALL the cookies. However, you may visit "Cookie Settings" to provide a controlled consent. Fussilet Suresi 10. Ayet TefsiriFussilet suresi 1. Ayetوَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاءً لِلسَّائِلِينَ 10Klasik meallerYeryüzüne üstünden ağır baskılar dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam toplam dört gün içinde yetiştirmesi kanununu koydu takdir etti.[10] O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.[10] Hem ona üstünden ağır baskılar yaptı ve onda bereketler husule getirdi, ve onda azıklarını takdir buyurdu, araştıranlar için bir düzeye dört gün içinde[10] Hem ona üstünden ağır baskılar dağlar yaptı, onda bereketler meydana getirdi ve onda azıklarını dört gün içinde araştıranlar için bir düzeyde takdir buyurdu.[10] O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.[10] Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört günde düzene koydu.[10] O; yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi ve orada bereketler yarattı. Ve onda arayanlar için dört beşit gıdalar takdir etti.[10] Ve orada, onun üstünden sabit dağlar yaptı ve orada bereketler vücuda getirdi, araştıranlar için müsâvi olmak üzere onun azıklarını dört gün içinde takdir buyurdu.[10] O, yerin üstünde yüce dağlar yarattı, orayı bereketli kıldı ve orada arayıp soranlar için gıdalarını, bitkilerini ve ağaçlarını tam dört günde takdir etti, düzenledi.[10] Orda yerde onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.[10] And He made in it mountains above its surface, and He blessed therein and made therein its foods, in four periods alike for the seekers. [10] He placed therein firm hills rising above it, and blessed it and measured therein its sustenance in four Days, alike for all who ask; [10] He set on the earth, mountains standing firm, high above it, and bestowed blessings on the earth, and measure therein all things to give them nourishment in due proportion, in four Days, in accordance with the needs of those who seek Sustenance. [10]Sonraki ayet Fussilet suresi 11. Ayetثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ 11Klasik meallerSonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de İsteyerek geldik» dediler.[11] Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de İsteyerek geldik» dediler.[11] Sonra Semaya doğruldu da o bir dumanken ona ve Arza gelin, ikiniz de ister istemez, dedi geldik istiye istiye dediler[11] Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere İkiniz de ister istemez gelin!» dedi. İkisi de isteye isteye geldik.» dediler.[11] Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.» dedi. Her ikisi de İsteyerek geldik» dediler.[11] Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İsteyerek geldik» dediler.[11] Sonra göğe yöneldi ki; o, duman halindeydi. Ona ve yere dedi ki İsteyerek veya istemeyerek ikiniz de gelin. İkisi de dediler ki İsteyerek geldik.[11] Sonra göğe, o bir duman halinde iken teveccüh etti. Sonra ona ve yer için buyurdu ki İsteyerek veya istemeyerek geliniz». Onlar da, İsteyiciler olarak geldik,» dediler.[11] Sonra iradesi bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!» onlar da Gönüllü olarak geldik.» dediler.[11] Sonra, kendisi duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki İsteyerek veya istemeyerek gelin.» İkisi de İsteyerek itaat ederek geldik» dediler.[11] Then He directed Himself to the heaven and it is a vapor, so He said to it and to the earth Come both, willingly or unwillingly. They both said We come willingly. [11] Then turned He to the heaven when it was smoke, and said unto it and unto the earth Come both of you, willingly or loth. They said We come, obedient. [11] Moreover He comprehended in His design the sky, and it had been as smoke He said to it and to the earth "Come ye together, willingly or unwillingly." They said "We do come together, in willing obedience." [11]Bu mealleri okuyan birazcık jeoloji bilen biri dinden çıkar?Neden mi?Fussilet suresi 10. ayette yeryüzünün ve kıtaların yaratılışı anlatılmakta. Sonra Fussilet 11. Ayette arzın üzerindeki gök anlatılmakta. Yani atmosferin yaratılışı anlatılmaktadır. Fakat daha atmosfer ve bugün bildiğimiz bitki ve hayvanlar yokken “gıdadan” bahsedilmektedir. Oysa Fussilet 10 ayet incelendiğinde anlamın çok daha farklı olması gerektiği Latin harfleri ile ifadesi aşağıdadırVe ceale fîhâ ravâsiye min fevkıhâ ve bârake fîhâ ve kaddera fîhâ akvâtehâ fî erbeati eyyâmeyyâmin, sevâen lis sâilînsâilîne.Görüldüğü gibi “akvateha” kelimesi “gıda” olarak çevrilmektedir. Bu çok yanlış bir karardır. Çünkü bu kelime kökü قوت , qwt dir ve Kuran’da bir ayette daha geçmektedir. Bu ayet Nisa suresi 85. Ayettirمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُقِيتًا 85Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.[85] Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.[85] Her kim güzel bir şefaatte bulunursa ona ondan bir nasîb olur, her kim de kötü bir şefahatte bulunursa ona da ondan bir nazîr olur, Allah her şeye nâzır bulunuyor[85] Her kim güzel bir aracılıkta bulunursa, ona ondan bir pay vardır; her kim de kötü bir aracılıkta bulunursa, onada ondan bir hisse vardır. Allah herşeyi görüp gözetiyor.[85] Kim güzel bir işte aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.[85] Kim iyi bir işe aracı olursa kendisinin de o iyilikte bir payı olur. Kim bir kötülüğe aracı olursa onun da kötülükte bir sorumluluk payı olur. Allah herşeyin karşılığını verir.»[85] Kim, iyi işte aracılık ederse; ondan kendisine bir pay ayrılır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa; o kötülükten kendisine bir pay vardır. Allah, her şeye hakkıyla kadir ve nazır’dır.[85] Her kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa onun için de ondan bir nâsib olur. Ve her kim kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa onun için de ondan bir hisse olur. Ve Allah Teâlâ herşey üzerine bihakkın nazîrdir.[85] Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten kendisine de bir nasip vardır. Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da kendisine bir pay düşer. Allah her şey üzerinde kadirdir.[85] Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta şefaatte bulunursa, ondan kendisine de bir hisse vardır kim de kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine, bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur.[85] Whoever joins himself to another in a good cause shall have a share of it, and whoever joins himself to another in an evil cause shall have the responsibility of it, and Allah controls all things. [85] Whoso interveneth in a good cause will have the reward thereof, and whoso interveneth in an evil cause will bear the consequence thereof. Allah overseeth all things. [85] Whoever recommends and helps a good cause becomes a partner therein And whoever recommends and helps an evil cause, shares in its burden And Allah hath power over all things. [85]Bu ayette ise mealler şöyle olmaktadırGördüğünüz gibi ortada gıda, mıda kalmamıştır ve tahmini, gelişine meallendirme devam etmektedir. Peki nedir bu قوت , qwt kökünün anlamı? Neden gıda anlamı verilmiştir. Aşağıda lügat bilgileri قَاتَ ذ , S, Mgh, O, Msb, K, aor. يَقُوتُ, S, O, Msb, inf. n. قَوْتٌ S, O, Msb, K and قُوتٌ Sb, K and قِيَاتَةٌ, S, O, K, the last originally قِوَاتَةٌ, O, He fed, nourished, or sustained, S, Msb, TA, or fed with what would sustain the body, S, O, K, * TA, [or with food sufficient to sustain life,] or with a small supply of the means of subsistence, TA, him, Msb, TA, or them, K, TA, or his family; S, O; he gave him [or them] what is termed قُوت [q. v.] Msb and ↓ اقاتهُ signifies [in like manner] he gave him his قُوت. TA. It is said in a trad., كَفَى بِالمَرْءِ اـِثْمًا أَنْ يُضَيِّعَ مَنْ يَقُوتُ i. e. [It suffices the man as a sin, or crime, that he destroy] him whom he is bound to sustain, of his family and household and slaves or, as some relate it, ↓ مَنْ يُقِيتُهُ; using a dial. var. [of يقوت]. TA. [And لَهُ ↓ اقتات app. signifies, primarily, He supplied to him food. See this verb below, near the end of the paragraph.] -A2- And قَاتَ and ↓ قوّت and ↓ اقات and ↓ أَقْوَتَ [sometimes] signify He straitened his household, by reason of niggardliness or poverty. TA in art. زنق. -A3- قُوتُوا طَعَامَكُمْ يُبَارِكْ لَكُمْ فِيهِ, a trad., thus related by some, by others ↓ قُوِّتُوا, [loosely expl. in the TA,] means, accord. to some, Measure ye your corn, [and] He will bless you in it or, accord. to others, make ye small round cakes أَقْرَاص of your corn, &c. El-Jلmi' es-Sagheer, and scholia thereon. -A4- See also 8, in the middle of the قَوَّتَ see the preceding paragraph, in two اقاتهُ ذ see 1, first and second sentences. ― -b2- Also He kept, preserved, guarded, or protected, him. TA. -A2- And اقات عَلَى الشَّىْءِ, S, O, K, * and اقاته, K, He had power, or ability, to do, effect, accomplish, attain, or compass, the thing. S, O, K. -A3- See, again, 1, latter half, in two يَتَقَوَّتُ بِكَذَا5 فُلَانٌ يَتَقَوَّتُ بِكَذَا ذ [Such a one feeds, nourishes, or sustains, himself with such a thing], S, O, or بِالقَلِيلِ [with that which is little] Msb or تقّوت بِالشَّىْءِ he made the thing his قُوت [or food]; and بِهِ ↓ اقتات and ↓ اقتاتهُ signify thus likewise TA or بِهِ ↓ اقتات signifies he ate it; Msb; and so does ↓ اقتاتهُ. TA.اقتات8 اقتات ذ signifies He was, or became, fed, nourished, or sustained; being quasi-pass. of قَاتَ signifying as expl. in the beginning of this art. S, A, Mgh, O, K, TA. ― -b2- And it is trans. by means of بِ, and by itself see 5, in four places. One says, هُمْ يَقْتَاتُونَ الحَبَّ [They feed upon, or eat, grain]. A. ― -b3- The saying, of Tufeyl, يَقْتَاتُ فَضْلَ سَنَامِهَا الرَّحْلُis held by ISd to mean, assumed tropical The saddle [as it were] eats the remainder of her hump, [as though] making it to be food for itself accord. to IAar, he says, the meaning is, takes it away thing after thing [or piecemeal]; but I have not heard this [meaning] in any other instance hence, says IAar, the oath sworn one day by El-'Okeylee, [said in the A to be an oath of the Arabs of the desert,] نَفْسِى البَصِيرِ مَا فَعَلْتُ ↓ لَا وَقَائِتِ, for, he says, الاِقْتِيَاتُ [the inf. n. of اقتات] and القَوْتُ [inf. n. of ↓ قَاتَ] are one [in signification]; and AM says that the meaning of this is, [No, by] Him who takes my spirit, breath after breath, until He has taken it wholly, [the All-seeing, I did not that thing] and the saying of Tufeyl means the saddle, while I am riding upon it, takes by little and little the fat of her hump until there remains not of it aught. TA. ― -b4- One says also, الحَرْبُ تَقْتَاتُ الاـِبِلَ tropical [War makes the camels to be food]; meaning that [in consequence of war] the camels are given in payment of bloodwits. A. ― -b5- And فُلَانٌ يَقْتَاتُ الكَلَامَ tropical Such a one retrenches, or curtails, speech, or talk; [said of one who speaks, or talks, little;] syn. يُقِلُّهُ. A. -A2- See also 1, latter half. [Hence,] one says, ↓ اِقْتَتْ لِنَارِكَ قِيتَةً assumed tropical [Supply to thy fire ali- ment;] feed thy fire with fuel. S, O, K. And ↓ اِقْتَتْ لِلنَّارِ نَفْخَكَ قِيتَةً, and اُنْفُخْ فِى النَّارِ نَفْخًا ↓ قُوتًا, assumed tropical Blow thou the fire with thy blowing, and with a blowing, gently and little [as an aliment]. L.استقاتهُ10 استقاتهُ ذ He asked of him قُوت [i. e. food, or victuals]. S, A, O, K.قَاتٌ[ قَاتٌ ذ A species of tree, of the class Pentandria, order Monogynia, of the Linnوan system; belonging to the natural order of Celastraceو; mentioned in botanical works under the name of Catha edulis; and fully described by Forskهl in his Flora ئgypt. Arab., pp. 63, 64; in the latter page of which he says “ In Yemen colitur iisdem hortis cum Coffea. Stipitibus plantatur. Arabes folia viridia avide edunt, multum eorum vires venditantes, qui copiosius comederit, vel totam vigilet noctem asseverant quoque pestem ea loca non intrare ubi hوc colitur arbor ” &c. ― -b2- And in the same work, p. cxviii., Forskهl mentions قات الرعيان by which is meant قَاتُ الرُّعْيَانِ as the name of A species of lettuce, lactuca inermis. ― -b3- Respecting the former plant, see also De Sacy's Chrest. Arabe, sec. ed., i. 462, 463.]قُوتقُوت ذ Food, aliment, nutriment, victuals, or provisions, by means of which the body of man is sustained; S, A, * O, K; * as also ↓ قِيتٌ and ↓ قِيتَةٌ, S, O, K, as used in phrases here following, S, O, with kesr to the ق, and the و changed into ى, S, and ↓ قَائِتٌ and ↓ قُوَاتٌ, K, the last mentioned, but not expl., by Lh, and thought by ISd to be from قُوتٌ TA what is eaten for the purpose of retaining the remains of life; A, * O, * Msb, TA; * thus expl. by Az and IF Msb or food sufficient to sustain life TA pl. أَقْوَاتٌ. Msb, TA. One says, مَا عِنْدَهُ قُوتُ لَيْلَةٍ and لَيْلَةٍ ↓ قِيتُ and لَيْلَةٍ ↓ قِيتَةُ S, O, TA He has not a night's food sufficient to sustain life. TA. And ↓ جَدُّ امْرِئٍ فِى قَائِتِهِ, a prov., meaning A man's lot in life is manifest in his food. Meyd. ― -b2- See also 8, last ذ see قُوتٌ, in two ذ see قُوتٌ, in two places ― -b2- and see also 8, last two ذ see قُوتٌ, first ذ [act. part. n. of قَاتَ; Feeding, &c. ― -b2- And hence, Sufficing]. القَائِتُ مِنَ العَيْشِ means What is sufficient [of the means of subsistence]. K. And one says, هُوَ فِى قَائِتٍ مِنَ العَيْشِ He is in a state of sufficiency [in respect of the means of subsistence]. S. O. ― -b3- See also قُوتٌ, in two places. -A2- See also 8, former half. ― -b2- القَائِتُ is an appellation of The lion. O, K.مُقِيتٌمُقِيتٌ ذ [Giving, or a giver of, food, nourishment, or sustenance. See 1, first sentence. ― -b2- And hence,] Keeping, preserving, guarding, or protecting; or a keeper, &c.; syn. حَافِظٌ [as signifying thus; and app. as signifying also watching; or a watcher] S, A, O, Msb, K and witnessing; or a witness; syn. شَاهِدٌ; S, O, Msb, K; or شَهِيدٌ A and AO says that it signifies, with the Arabs, one acquainted مَوْقُوفٌ with a thing عَلَى شَىْءٍ. TA. Th cites the following verses of Es-Semow'al Ibn-ءdiyà, O لَيْتَ شِعْرِى وَأَشْعُرَنَّ اـِذَا مَاقَرَّبُوهَا مَنْشُورَةً وَدُعِيتُأَلِىَ الفَضْلُ أَمْ عَلَىَّ اـِذَا حُوسِبْتُ اـِنِّى عَلَى الحِسَابِ مُقِيتُ[meaning Would that I knew, but I shall assuredly know when they shall have set it namely, the صَحِيفَة, or record, of my actions, near, unfolded, and I am summoned, whether superiority be for me or against me when I am reckoned with verily I shall be a watcher, or a witness, of the reckoning, or, accord. to some, as is said in the TA, acquainted with the reckoning] i. e. I shall know what evil I have done; for [as is said in the Kur lxxv. 14] man shall be a witness against himself S, O, TA IB says that, accord. to Seer, the correct reading is, رَبِّى على الحساب مقيت [meaning my Lord is able to make the reckoning] because he who is submissive to his Lord does not describe himself by this epithet but IB adds that Seer has founded this remark upon the assumption that مقيت is here used as meaning مُقْتَدِرٌ; and that if it be understood as syn. with حَافِظٌ and شَاهِدٌ, the former reading is not objectionable. TA. ― -b3- المُقِيتُ is one of the best names of God TA and [as such] signifies The Possessor of power; Fr, Zj, S, O, Msb, K, TA; as He who gives to every man his قُوت [or food], F, S, O, K, TA, and likewise to everything TA or as one of those names, TA the Preserver, or Protector, Zj, TA, who gives to everything such preservation, or protection, as is needful. TA. It is said in the Kur [iv. 87], وَكَانَ اللّٰهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ مُقِيتًا, S, O, meaning [For God is] a possessor of power [over everything, or is omnipotent], Ksh, Bd, Jel, so He will requite everyone for what he has done Jel or a witness, [and] a preserver, or protector, or watcher. Ksh, Bd..Anlayacağınız gibi قوت , qwt kökünün anlamı aslında bir şeyin devamlılığını, sürdürülebilirliğini sağlamak, onun için gerekli olanı yapmaktır sustain demektir. Fakat lügatte buna örnek olarak insanın beslenmesi verilmektedir. Bir insan beslenemez ise varlığını sürdüremez. Bu nedenle gıda bir insanın varlığını devam ettirmek için gerekli olan şeydir. Sanırım yeterli araştırma ve düşünme gerçekleştirilmeden bu anlamlar verilmiştir. Sonradan gelenler ise taklitle bu hatayı devam ayetteki “ekvateha” kelimesindeki “ha” dişil zamiri revasiye kıtalar kelimesine gitmektedir. Kıtaların ne gibi bir gıdaya ihtiyacı olabilir? Olmaz tabi ama bir yanlışlık yapıldı mı, ardarda yanlışlığa sebep bu üç ayetin daha doğru meallerini görelimNisa 85. Ayet meali Kim güzel bir aracılıkla aracılıkta bulunursa ondan kendisine bir hisse olur. Ve kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa ondan ona kefillik payı vardır. Ve Allah her şey üzerine gereğini 10-11. Ayet mealiVe onun üstünden orada kıtalar ve orada elverişlilik potansiyel kıldı. Ve orada onun sürdürülürlüğü için gerekli olanı soruşturanlar için eşit dört dönem içinde duman halindeki göğü düzenledi. Ve ona ve yeryüzüne dedi ki İsteyerek veya istemeyerek bir duruma gelin. İkisi dedi ki İsteyerek bir duruma Allah bilir.

fussilet suresi 34 ayet tefsiri