z56wsG. Selam Dostlar, konumuzda Niyet ile ilgili hadisler, Niyet ile ilgili ayet ve HADİSLER, Niyet ile ilgili Hadisler Arapça, Niyet ve İhlâs ile ilgili Hadisler Arapça olarak paylaşmaya çalıştık. / Türkiye’nin en geniş Güzel sözler, ayetler, hadisler ve atasözleri ve deyimler platformu // Bizleri her türlü sosyal medyadan takip edebilirsiniz. Konumuzun altında linkler mevcuttur. Niyet ile ilgili hadisler Resulullah sa buyurdular ki Allahu teala sizin ne mallarınıza ne de bedenlerinize bakar, O sizin kalplerinize nazar eder. Müslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9 Enes radıyAllahu anh şöyle dedi Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem ile Tebük Gazvesi’nden döndüğümüz sırada şöyle buyurdu “Medine’de bizden geride kalan öyle kimseler vardır ki, bir dağ yoluna, bir vâdiye girdiğimizde onlar da bizimle yürüyormuş gibi sevap kazanırlar. Çünkü onlar bizimle Allah yolunda yürümeye niyet etmişlerdi birtakım mâzeretleri yüzünden bizimle gelememişlerdir. Buhârî, Megâzî 81, Cihâd 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihad 19; İbni Mâce, Cihâd 6 İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki “Allah bir kavme azap indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, Kıyamet gününde herkes niyetlerine ve amellerine göre diriltilirler.” Buhari, Fiten 19; Müşlim, Sıfatu’l-Cenne 84, 2879. Resûl-i Ekrem`e husûsiyetini ifâde ederek şöyle dediği rivâyet edilmiştir Ben, babam, büyük babam Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e bîat ettik. Resûl-i Ekrem beni nişanladı ve evlendirdi. Ve Resûl-i Ekrem`e da`vâ arz ettim. Bana hak verdi. Bir kere babam Yezîd, tasadduk etmek için bir mikdar altın ayırıp mescidde kendi nâmına tasadduk edivermesi için birisine bırakmıştı. Sonra ben geldim, o adamdan bu altınları alıp babamın yanına altınlarla geldim. Babam – Va`llâhi bu parayı sana verilsin diye bırakmadım, diye altınları almak istedi. Ben de Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e keyfiyeti arz ettim. Resûl-i Ekrem babama hitâb ederek – Ey Yezîd! niyet ettiğin sadaka savâbı sana âidtir. Bana karşı da Ey Ma`n! Aldığın sadaka parası da senindir, buyurdu. Ma`n İbn-i Yezîd – Kütübi sitte hadis no 703 Niyet ile ilgili Hadisler Arapça وعَنْ أَميرِ الْمُؤْمِنِينَ أبي حفْصٍ عُمرَ بنِ الْخَطَّابِ بْن نُفَيْل بْنِ عَبْد الْعُزَّى بن رياح بْن عبدِ اللَّهِ بْن قُرْطِ بْنِ رزاح بْنِ عَدِيِّ بْن كَعْبِ بْن لُؤَيِّ بن غالبٍ القُرَشِيِّ العدويِّ . رضي الله عنه ، قال سمعْتُ رسُولَ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ إنَّما الأَعمالُ بالنِّيَّات ، وإِنَّمَا لِكُلِّ امرئٍ مَا نَوَى ، فمنْ كانَتْ هجْرَتُهُ إِلَى الله ورَسُولِهِ فهجرتُه إلى الله ورسُولِهِ ، ومنْ كاَنْت هجْرَتُه لدُنْيَا يُصيبُها ، أَو امرَأَةٍ يَنْكحُها فهْجْرَتُهُ إلى ما هَاجَر إليْهِ » متَّفَقٌ على صحَّتِه. رواهُ إِماما المُحَدِّثِين أَبُو عَبْدِ الله مُحَمَّدُ بنُ إِسْمَاعيل بْن إِبْراهيمَ بْن الْمُغيرة بْن برْدزْبَهْ الْجُعْفِيُّ الْبُخَارِيُّ، وَأَبُو الحُسَيْنِى مُسْلمُ بْن الْحَجَّاجِ بن مُسلمٍ القُشَيْريُّ النَّيْسَابُوريُّ رَضَيَ الله عَنْهُمَا في صَحيحيهِما اللَّذَيْنِ هما أَصَحُّ الْكُتُبِ الْمُصَنَّفَة . Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26 وَعَنْ أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ أُمِّ عَبْدِ اللَّهِ عَائشَةَ رَضيَ الله عنها قالت قال رسول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَغْزُو جَيْشٌ الْكَعْبَةَ فَإِذَا كَانُوا ببيْداءَ مِنَ الأَرْضِ يُخْسَفُ بأَوَّلِهِم وَآخِرِهِمْ ». قَالَتْ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، كَيْفَ يُخْسَفُ بَأَوَّلِهِم وَآخِرِهِمْ وَفِيهِمْ أَسْوَاقُهُمْ وَمَنْ لَيْسَ مِنهُمْ ،؟ قَالَ يُخْسَفُ بِأَوَّلِهِم وَآخِرِهِمْ ، ثُمَّ يُبْعَثُون عَلَى نِيَّاتِهِمْ »مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ هذا لَفْظُ الْبُخَارِيِّ . Mü’minlerin annesi Ümmü Abdullah Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu —Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.” Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem —Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu. Buhârî, Büyû` 49; Hac 49, Müslim, Fiten 4-8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21; Nesâî, Menâsik 112; İbni Mâce, Fiten 30 وعَنْ عَائِشَة رَضِيَ الله عنْهَا قَالَت قالَ النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لا هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ، وَلكنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ ، وَإِذَا اسْتُنْفرِتُمْ فانْفِرُوا» مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ . وَمَعْنَاهُ لا هِجْرَةَ مِنْ مَكَّةَ لأَنَّهَا صَارَتْ دَارَ إِسْلامٍ . Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın.” Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Bey`at 15 وعَنْ أبي عَبْدِ اللَّهِ جابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ الأَنْصَارِيِّ رضِيَ الله عنْهُمَا قَالَ كُنَّا مَع النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في غَزَاة فَقَالَ إِنَّ بِالْمَدِينَةِ لَرِجَالاً مَا سِرْتُمْ مَسِيراً ، وَلاَ قَطَعْتُمْ وَادِياً إِلاَّ كانُوا مَعكُم حَبَسَهُمُ الْمَرَضُ» وَفِي روايَةِ إِلاَّ شَركُوكُمْ في الأَجْرِ»رَواهُ مُسْلِمٌ . Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah el-Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle dedi — Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki —Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vâdiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir.” Bir başka rivayete göre —Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu. Müslim, İmâre 159 Bir rivayette şu ziyade mevcuttur “Bir kul, Allah rızası için mütevazi olur, alçalırsa Allah onu mutlaka yüceltir. Size bir hadis söyleyeceğim, onu iyi belleyin; “Dünya dört kişi içindir Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir de kul, malı hususunda Allah`tan korkmakta, mal ve ilmi kullanarak sıla-ı rahm yapmakta, mal ve ilimde Allah`ın hakkı olduğunu bilmektedir; işte bu kimse en faziletli bir makamdadır. Bir kul vardır. Allah ona ilim vermiştir, mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve “Malım olsaydı onu falan kişi gibi hayırda harcardım” der. İşte bu kimse niyetindekini yapmış gibi sevaba nail olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar. Bir kul vardır Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. Malını cahilane harcar. Malı hususunda Rabbinden korkmaz. Cimriliği, cahilliği sebebiyle malıyla sıla-ı rahim yapmaz; malında Allah`ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez, işte bu kimse, mertebelerin en düşüğündedir. Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir ama “Eğer malım olsaydı, onunla filan kimsenin yaptıklarını ben de yapardım der. Bu da niyetiyle muamele görür. niyet ettiği kimsenin vebalini aynen elde eder.” Ebu Kebşe el-Enmari – Kütübi sitte hadis no 5367 Resulullah sa buyurdular ki “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah`a ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikahlanacağı bir kadına ise; onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” – Kütübi sitte hadis no 5751 Niyet ile ilgili Hadisler konumuzdan sonra diğer konularımıza bakabilirsiniz… Semih YAŞAR Niyet ile ilgili sözler Tevekkül ile ilgili sözler Niyet ile ilgili ayetler Cesaret ile ilgili hadisler Boş vakit ile ilgili hadisler Düşünmek ile ilgili hadisler ENFAL/ 2 Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. ENFAL/ 49 O sırada münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, müslümanlar hakkında “şu adamları dinleri aldattı” diyorlardı. Oysa her kim Allah’a tevekkül ederse bilsin ki, Allah galiptir, güçlüdür ve hikmet sahibidir. TEVBE/ 51 De ki “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için takdir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” YUSUF/ 67 Ve dedi ki “Ey yavrularım! şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah’ın takdirini sizden engelleyemem. Hüküm yalnızca Allah’ındır. Onun için bütün tevekkül edenler O’na tevekkül etmelidirler.” İBRAHİM/ 12 Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah’a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” NAHL/ 42 O Muhacirler, müşriklerin eziyetlerine sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. NAHL/ 99 Şüphesiz ki iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde o şeytanın hiçbir nüfuzu yoktur. AHZAB/ 48 Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların ezalarını bırak aldırma da Allah’a tevekkül et. Allah vekil olarak hepsine yeter. HADİS-İ ŞERİFLER * Halid’in oğulları Habbe ve Sev radıyallahu anhüm anlatıyor “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir şey tamir etmekte iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. “Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır” buyurdular.” * Amr İbnu’l-As radıyallahu anh anlatıyor “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki “Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar. Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah’a tevekkül ederse, kalbinin her şeye ilgi kurarak dağılmasını önlemek için Allah ona yeter.” * İbn-i Abbâs radiya’llahu anhüma’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur Resûlu’llah Salla’llahu aleyhi ve sellem buyurdu ki Bana bütün ümmetler arzolunup gösterildi Bir, iki peygamber yanlarında onar, yirmişer, otuzar, kırkar ümmetleriyle berâber önümden geçmeğe başladılar. Bir peygamber de yanında bir ümmeti bile olmaksızın geçti. En sonu uzaktan büyük bir karaltı gösterildi. Bu kesîf karaltı nedir? Bu benim ümmetim midir? Diye sordum. Bu, Mûsâ peygamberle kavmidir? Diye cevab verildi, sonra bana ufka bak! Denildi. Bakınca ufku dolduran sevâd-ı a’zamı gördüm. Sonra bana semâ ufuklarının şurasına ve bu tarafına da bak! Denildi. Bir de ne göreyim! Bir sevâd-ı a’zâm baştanbaşa ufku kaplamıştı. Bana Bu senin ümmetindir. Bunlar yetmiş bin kişi hesâba çekilmeksizin Cennet’e girecektir, denildi. Resûl-i Ekrem bu hitâbesinden sonra odasına girdi. Ve hesâba çekilmeden Cennet’e gireceklerin evsâfı hakkında mecliste bulunanlara bir şey söylemedi, artık meclistekiler dağıldı. Ve şöyle münâzara ediyorlardı Biz, Allah’a îmân ve Resûlü’ne itba’ eden kimseleriz. Artık biz, Cennet’e hesapsız gideceğiz, yâhut O bahtiyarlar evlâdlarımızdır, onlar İslâm câ’miası içinde doğmuşlardır. Biz ise câhiliyyet devrinde doğduk, diyorlardı. Bu münâzara Resûlu’llah’a erişmekle hemen hâne-i saâdetten çıkıp “Cennet’e hesapsız girecek mü’minler efsun etmiyenler, teşe’üm iylemiyenler, şifânın Allah’dan olduğuna inanıp keyden olduğuna inanmıyanlar ve her hususta Allah’a tevekkül edenlerdir” buyurdu. Bunun üzerine Ukkâşe İbn-i Mihsen Yâ Resûla’llah, ben onlardan mıyım? Diye sordu. Resûl-i Ekrem Evet onlardansın! buyurdu. Sonra başka birisi ayağa kalkarak Ben onlardan mıyım? Dedi. Resûl-i Ekrem bu hususta Ukkâşe senden öne geçti!” buyurdu. * Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den şöyle rivâyet edilmiştir Hazret-i Enes demiştir ki Bir kere Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem ile Haddâd bir san’atkâr olan Ebû Seyf Berâ’ İbn-i Evs in evine gitmiştik. Ebû Seyf’in zevcesi Ümm-i Bürde Peygamber’in mahdûmu Hazret-i İbrâhîm’in murdıası, süt ninesi idi. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem İbrâhîm’i kucağına aldı. İbrâhîm’i öptü, kokladı. Bundan sonra bir kerre daha Ebû Seyf’in evine gittik. Bu def’a İbrâhîm can veriyordu. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in iki gözü yaş dökmeğe başladı. Bunun üzerine Abdurrahmân İbn-i Avf – Yâ Resûlullâh! Halk musîbet zamânında sabretmiyebilir, fakat sen de mi? diye taaccüb ve istiğrâb eyledi. Resûlullâh – Ey İbn-i Avf! Bu hal, babanın çocuğuna karşı beslediği rikkat ve şefkattir. Yoksa sabır ve tevekküle münâfî bir nevha değildir duyurdu. Sonra bu göz yaşını bir diğeri ta’kîb eyledi. Bu def’a da Resûl aleyhi’s-selâm – Göz ağlar ve kalb mahzûn olur. Biz, Rabbimiz’in râzı olacağı sözden başka bir kelime ile izhâr-ı hüzn etmeyiz. Ey İbrâhîm! Biz, senin ayrılığınla pek ziyâde mahzûn ve mükedderiz, buyurdu. * Hazreti İbnu Abbâs radıyallâhu anhümâ anlatıyor “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu “AIIahım, Rabbimiz! Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatin ve onlarda bulunanIarın kayyumu ve ayakta tutanısın, hamdler yalnızca senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va’din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem de haktır. Peygamberler hàktır, Muhammed aleyhissalâtu vesselâm de haktır. Kıyamet de haktır. AIIahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı senin bürhanın iIe dâva açtım. Hakkımı aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim bilmediğim, senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de sensin. Senden başka ilah yoktur”. * Ümmü Seleme radıyallâhu anhâ anlatıyor “Resülullah aleyhissalatu vesselam evinden çıktığı zaman şu duayı okurdu “Allah’ın adıyla Allah’a tevekkül ettim. AIIahım! zillete düşmekten, dalâlete düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehalete düşülmüş olmasından sana sığınırız”. * Hazreti Enes radıyallâhu anh anlatıyor “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki “Evinden çıkınca kim “Allah’ın adıyla, Allah’a tevekkül ettim, güç kuvvet Allah’tandır” derse kendisine “İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da” denir, ondan şeytan yüz çevirir”. * Hazreti Cabir radıyallahu anh anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cüzzamlı bir kimsenin elinden tuttu ve kendisiyle birlikte elini tabağa koydu, sonra da “Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye!” buyurdu.” * Muğire İbnu Şu’be radıyallahu anh anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki “Kim vücudunu dağlatır veya rukye yaptırırsa tevekkülü terketmiş olur.” * İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki “Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir. İhtiyarsız kalbine uğursuzluk vehmi gelip içinde bazı şeylere karşı nefret duyan hâriç bizden kimsede bu yoktur. Lakin Allah onu tevekkülle giderir.” * Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki “Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.” * Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm “Sûr’un sahibi İsrafil aleyhisselâm, sûr denen sorusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffühle dünya nimetlerinden istifade edebilirim?” buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti “Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah’ın Resûlü?” diye sordular. Onlara “Hasbünallah ve ni’mel-vekil Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!, Allah’a tevekkül ettik. -belki de “tevekkülümüz Allah’adır!” demişti- deyiniz!” diye emir buyurdular.” * Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’a gelerek “Hayvanımı bağlayarak mı yoksa serbest bırakarak mı Allah’a tevekkül edeyim?” diye sormuştu. Ona “Bağla ve tevekkül et!” buyurdu.” Allah’a güven ve itimad ile başlayıp, kalben beşerî güç ve kuvvetten teberri kuşağında sürdürülen ve neticede herşeyi Kudreti Sonsuz’a havale edip vicdânen itimad-ı tâmmeye ulaşma ile sona eren âlem-i emre ait ahvâl veya rûhanî seyrin mebdeine “tevekkül”, iki adım ötesine “teslim”, bir tur ilerisine “tefviz” ve müntehasına da “sika” denir. Tevekkül; kalbin Allah’a tam itimad ve güveni, hattâ başka güç kaynakları mülâhazasından rahatsızlık duyması ma’nâsına gelir. Bu ölçüde bir güven ve itimad olmazsa, tevekkülden söz edilemez; kalb kapıları ağyara açık kaldığı sürece de hakiki tevekküle ulaşılamaz. Tevekkül; sebepler dairesinde arızasız esbaba riayet edip, sonra da Kudreti Sonsuz’un üzerimizdeki tasarrufunu intizardır ki, iki adım ötesi, çok Hakk dostu tarafından “gassalin elindeki meyyit” sözüyle ifadelendirilen teslim mertebesidir Tevekkül; Cenâb-ı Hakk ve O’nun nezdindekilere bel bağlayıp itimad etme ve O’ndan başkasına kalbin kapılarını bütün bütün kapamak demektir ki; buna, bedenin ubûdiyete, kalbin de rubûbiyete kilitlenmesi de diyebiliriz. Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.” O dedi “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim.” Yine ona denildi “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tard edecek, ya Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren tasannuun ile, kendini halka mudhike yaptın; herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi. İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekàvet-i uhreviyeden ve tazyikàt-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın. İmam Fahruddin Râzî der ki “Tevekkül bazı cahillerin zannettiği gibi, insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsaydı müşavere emri, tevekküle engel olurdu. Tevekkül insanın zahirî görünür sebeplere uyması ve fakat kalbini onlara bağlamayıp Hak Teâlâ’nın, korumasına dayanması demektir…” Ebu Musa Deluli der ki, Abdurrahman bin Yahya’ya tevekkülden sordum. Buyurdu ki “elini sonuna kadar ejderhanın ağzına soksan, Allah ile bulunduğun halde hiçbir şeyden korkma” Ebu Musa der “tevekkülden sormak için Bayezid-i Bistami’nin evine gidip, kapısını çaldığımda -Ey Musa, sana Abdurrahman bin Yahya’nın verdiği cevap kafi gelmedi mi ki, tekrar bana sormak istiyorsun” dedi. Efendim kapıyı açınız dedim. “beni ziyarete gelseydin, elbette sana kapıyı açardım, cevabı kapıdan al git ki, eğer yataktaki yılan seni ısırmak isterse, Allahu Teala ile olduğun halde hiçbir şeyden korkma” dedi. Ben de tekrardan Abdurrahman bin Yahya’nın yanında kalmak için geri döndüm… Ebu Türabi- Nahşi rahımehullah tevekkül, kulun bedenini ibadete vermesi, kalbinin rububiyetiyle bağlanması ve Hakk’ın yeterlilik ve vekaleti ile itminanıdır ki, eğer kendisine verilirse şükretmeli, verilmezse sabretmelidir. Nevevi rahımehullah Tevekkül, tedbirini Allahu Tealanın tedbirinde fani etmen, Allahu Tealanın vekil, müdir ve nasir olduğuna razı olmandır. Cüneyd-i Bağdadi kuddise sirrahu Tevekkül, bütün varlığınla Allahu Tealaya dönmek ve ondan başkasından kesilmektir. İbrahim-i Havas rahımehullah Tevekkül, Allahu Teala’dan başkasından korkmamak ve beklememektir. Yala bin Murre diyor ki – Bir defasında Hazreti Ali’nin Radıyallahu anh bir kaç yakın dostu ile biraraya gelerek “halifenin evi önünde nöbet tutalım. Çünkü o yiğit bir savaşçı olduğu için kendisine karşı suikast düzenlenebilir.” Dedik ve bu amaçla evinin kapısı önünde nöbet tutmaya başladık. Bir ara Hazreti Ali Radıyallahu anh namaza kalkınca bize “burada ne işiniz var?” diye sordu. Kendisine “Ya emirel müminin, seni korumak istedik. Çünkü yiğit bir savaşçı olduğun için sana suikast düzenleneceğinden çekindik” diye cevap verdik. Bu cevabımız üzerine bize “Beni gök halkına karşı mı, yoksa yeryüzü halkına karşı mı koruyorsunuz?” diye sordu. Bizler kendisine “seni yeryüzü halkına karşı koruyoruz. Gökyüzü halkına karşı nasıl koruyabiliriz ki?” diye cevap verince o şunları söyledi “Allah’ın gökyüzünde taktir etmediği hiç bir şey yeryüzünde meydana gelmez. Yeryüzünde yaşayan herkesi korumakla ikişer melek görevlidir. Bu durum o kimsenin kaderi gelinceye kadardır. Kaderi gelince bu melekler onu kaderiyle başbaşa bırakırlar.” KUŞUN RIZKINI ALLAH VERİRSE İbrahim ibni Ethem ile Şekik’ül Belhi Rahmetullahi aleyhim Mekke’de karşılaşırlar. İbrahim, Şakik’e “seni bu duruma getirmeye sebeb ne oldu” diye sorar. Şakik şöyle cevap verir. “Günlerden bir gün çöle varmıştım. Kıraç bir yerde yatan, kanatları kırık bir kuş gördüm. Kendi kendime “burada oturayım ve bu kuşun rızkının nereden geldiğini gözetleyim.” Dedim. Kuşun karşısında yere çöktüm. O sırada gagası arasında çekirge taşıyan başka bir kuş geldi. Kırık kanatlı kuşun yanına konarak gagası arasındaki çekirgeyi onun gagasına bıraktı. Bu durumu görünce içimden “bu kuşu öbürüne vasıta kılan ulu Allah nerede olursa olayım benim rızkımı da sağlamaya kadirdir” diyerek kazanç peşinden koşmaya son verdim ve kendimi tamamen ibadete adadım” İbrahim Ethem O’na -“Peki neden sen o kırık kanatlı kuşa yiyecek taşıyan sağlam kuş olup ta daha yüksek dereceli olmak istemiyorsun? Sen peygamberimizin Sallallahu aleyhi ve sellem yüksel el veren elin alçak elden alanın eli daha hayırlıdır” diye buyurduğunu duymadın mı? Bu cevabı alan Şakik, İbrahim’in elini tutarak öptü ve “Ya Ebu İshak sen bizim üstadımızsın” dedi. İHTİYAR KADININ HASTA DEVESİ Yaşlı kadının biricik devesi uyuz olmuştu. Ölürse bütün işleri altüst olacak, bağına, bahçesine giderken eşyasını yükleyecek vasıtadan mahrum kalacaktı. Bunun için günlerce düşünmüş, bir tedbir hatırına gelmemişti. Durmadan dua ediyor, devesini kurtarmasını Allah’tan diliyordu. Bir gün yine kıra çıkardığı devesinin ot yemeyip, su iç­mediğini, iskelet haline geldiğini görünce üzüntüsü bir kat daha arttı, başladı ağlamaya. Hem ellerini açmış dua ediyor, hem de durmadan ağlıyordu. İşte bu sırada Peygamberimiz, ashabıyla birlikte oradan geçmekteydi. Yaşlı kadının ağladığını görünce sordu — Ey Allah’ın kulu, niçin gözyaşı döküp ağlıyorsun? Kadın titrek sesle cevap verdi — Niçin olacak, dedi, devem için. Devem benim herşeyim. Ya ölürse halim ne olur? Yakalandığı hastalıktan kurtarması için Rabbime günlerdir el açıp dua ediyorum, fakat bir türlü kabul edilmiyor. Tebessüm eden Peygamberimiz şöyle cevap verdi — Kabul olmasını istiyorsan duana biraz da katrankat, katranl.. Kadın düşünmeye başladı. Ne demekti duasına katran katmak? Nihayet anlar gibi oldu. Bu defa gidip komşulardan katran bulan kadın, uyuz devesine önce iyice bir katran sürdü. Bundan sonra da ellerini açıp duaya başladı. Katranla uyuz sivücelerindeki mikroplar tümüyle ölmüş, böylece deve uyuzdan kurtulmuştu. Bundan sonra anlaşıldı ki, bir hastalığın iyi olması için sadece el açıp dua etmek yeterli ilâcını da ihmal etmemek şarttır. Peygamberimiz kadına bunu söylemek istemiş, mes’eleyi anlayan kadın da tavsiye edileni tatbik ederek devesini kurtarmıştı. MÜTEVEKKİL ADAM Yaylada herkes tanırdı onu. Ne mütevekkil adam derlerdi. Başına gelen hiç bir şeye üzülmez, daima “Vardır bir hikmeti” deyip geçerdi. O sene yaylada hemen herkesin malı, davan hastalıklardan uzak şekilde otlarken, mütevekkil adamın aniden eşeği ölüvermişti. Halbuki eşeği onun her şeyi demekti. Gideceği yere ona binerek gider, eşyasını ona yükleyerek göçerdi. Fakat adı üstünde mütevekkil adamdı. Komşuları kadar bile üzülmedi. Her zamanki gibi, — Bunda da bir hikmet vardır, deyip geçti. Aradan çok geçmedi. Bu defa da evinin kapısından hiç ayrılmayan köpeği oluverdi. Komşuları yine üzülürken, o, her zamanki mütevekkil haliyle — Bunda da bir hayır vardır, deyip geçti. Ziyan bununla kalmadı. Bir başka gün de, kendisini sabah namazına kaldıran horozu bunda bir uğursuzluk vardır, diyerek üzüntülerini ifâde ederken, mütevekkil yaşlı zat — Hayır! Bunda bir hikmet vardır, boşuna üzülüyorsunuz, diyor, üzerinde durmuyordu. Yaşlı zat, hayatta çok şeyler görüp geçirmişti. Böyle peşpeşe gelen musibet görünüşlü hâdiselerin arkasında rahmet görünüşlü tecellilerin bulunduğuna pek çok kere şahit olmuştu. Onun için üzülmüyor, kendisini teselli edenlere de — Mülk Allah’ındır. Biz de bu mülkün işçileri gibiyiz. Mülk sahibi dilediği şekilde tasarruf eder, karşılığını veriyordu. Bir gece, eşkıyalar toplanıp yayladaki evlere baskın düzenlediler. Pür silâh hücuma geçen soyguncular, önce çevreyi dinliyorlar, nerede bir eşek anırması yahut köpek havlaması, yahut da horoz Ötmesi duyarlarsa hemen oraya doğru yürüyüp evi kolayca buluyor, soyup soğana çeviriyorlardı. Gecenin karanlığında dolaştıkları yaylada, soyulmadık ev bırakmamışlardı. Ancak mütevekkil adamın evi, bu soygundan müstesna kalmıştı. Sabah namazını kıldıktan sonra komşulardaki panik ve bağrışmaları duyan mütevekkil adam, onların soyulup soğana çevrildiğini anladı, eşkiya, kendi evini keşfedememişti. Zira eşeği öldüğünden, anırıp da haber verememişti. Köpeği öldüğünden havlayıp da sesini duyuramamıştı. Horozu öldüğünden ötüp de işaret verememişti. Böylece bunların yokluğu, evin soyulmaktan kurtuluşuna sebeb olmuş, eşkıya böyle bir evin varlığından haberdar bile olmamıştı. Komşuları başlarına gelenlerden şaşkınlıklarını ifâde ederken, mütevekkil adam yine sakin ve suskun cevap veriyordu — Hayatta hiçbir muvaffakiyet sizi olduğundan fazla sevindirmesin, hiçbir ziyan da olduğundan fazla üzmesin. Tevekkülü her iki halde de unutmayın. Bunların hepsi de geçici şeylerdir. Hayatta ne cereyan ediyorsa hikmetli ve ibretli cereyan eder, tesadüf ve manasızlık yoktur. Siz buna karşı önce kul plânında tedbirinizi alın, sonra da tevekkül dağına yaslanıp rahat edin. REZZAK’A GÜVEN Zahidin biri, “Herkesin rızkı Allah’tan celle celaluhu gelir” hadisinin mânâsını bizzat yaşayarak anlamak istiyordu. Ba­şını alıp çöllere çıktı, bir kenarda yatıp uyudu. Aradan bir müddet geçti. Çölde yolunu kaybeden bir kervan adamın yattığı yerin yakınında konakladı. Zahidi gördüler. Birisi – Bu adam niçin böyle ıssız bir yerde yatıyor, kurttan, düşmandan korkmuyor mu? Yoksa ölmüş mü? dedi. Yanına gittiler. Zahit hiç sesini çıkarmıyor, ne olacak diye hareketsiz bekliyordu. Kervandakiler bunu görünce – Bu zavallı açlıktan ölmek üzere, dediler. Yemek getirdiler. Zahit dişlerim sıktı. Adamlar bıçak getirip dişlerinin arasına .soktu, zorla ağzını açtı ve çorbayı içirdiler. Vehih b. Verrj’e, “Rızık için hiç endişelendiğiniz oldu mu?” dediler. “Bütün yerin kalay olduğunu görsem, gökle­rin de bakır olduğunu anlasam, rızkımdan endişe etmem. Eğer endişeye kapılırsam, Allah’ın bütün mahlukların rızkına kefil olduğuna inanmamış olurum!” dedi. Bu tembelliği tavsiye değildir. Bu Allah’a iman ve Onun, misafirlerinin ihtiyacını göreceğine duyulan tam bir itimattır, insan Rabbinden o kadar emin olmalıdır. Onun gemisine binmişken yükünü sırtında taşımamalıdır. Yazık ki, çok defa bu güveni yakalayamıyor ve zanlarımıza göre muamele görüyoruz. Yüreğinde o itimadı yaşayan gidip çöle yatabilir. Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamındaki vekl kökünden türeyen tevekkül “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” mânasına gelir. Kur’an’da da değinilen tereddütsüz iman ve Allah’a tam güven yakîn ve tevekkül ile ilgili ayetler. Kur’an’da geçen yakîn ve tevekkül ayetleri. 1. “Mü’minler Hendek Harbi için toplanıp gelmiş düşmanı gördükleri zaman, “Allah’ın ve Resûlünün bize va’dettiği işte budur, Allah ve Resûlü doğru söyledi” dediler. Bu onların iman ve teslimiyetlerini artırıp pekiştirdi.”Ahzâb Sûresi 33, 22 Hendek Harbi öncesinde yıkıcı propagandalarla dirençleri kırılmaya çalışılan Medineli müslümanlar, Kureyş ordusunun geldiğini görünce, Allah’ın ve Resûlü’nün zafer va’dini hatırlamış, güvenleri artmış ve zaferi gözleriyle görüyormuşcasına tereddütsüz ve kesin bir teslimiyetle düşmanı karşılamışlardı. Gelen ordu, müslümanların korkularını değil, imân ve teslimiyetlerini, yakîn ve tevekküllerini arttırmıştı. Zira Allah Teâlâ “Ey mü’minler, yoksa siz, sizden önce yaşamış olan kavimlerin başına gelenler size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öylesine sarsıldılar ki, Peygamber ve onunla birlikte iman edenler en sonunda “Allah’ın yardımı nerde kaldı?” dediler. İşte o zaman onlara Bilesiniz Allah’ın yardımı çok yakın!’ denildi.” [Bakara sûresi 2, 214] buyurmuştu. Hz. Peygamber de önce zor anlar yaşanacağını ama sonuçta Arap kabilelerinin dağılıp gideceğini ve zaferin mü’minlerin olacağını önceden müjdelemişti. Mü’minlerin bu ilâhî ve peygamberî va’adlere olan güveni, gözleriyle gördükleri düşman ordusundan daha kesindi. O yüzden de aslâ korkmadılar, sarsılmadılar. Âyet bu gerçeği anlatmakta, candan iman ve Allah’a güvenin, inananları tehlikeler karşısında nasıl güçlendireceğini göstermektedir. 2. “Bazı münâfık kişilerin müslümanlara düşmanlarınız size hücum için hazırlandılar; aman onlardan sakının!’ demeleri, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve Allah bize yeter, ne güzel vekildir O!’ dediler. Bunun üzerine onlara hiç bir zarar dokunmadan, Allah’ın nimet ve ikrâmlarıyla döndüler. Böylece Allah’ın rızâsına tâlip oldular. Allah büyük kerem sahibidir.” Âli İmrân Sûresi 3, 173-174 Rivâyetlere göre Küçük Bedir Gazvesi demek olan Bedr-i suğrâ’da Ebû Süfyân komutasındaki müşriklerle karşılaşmaya hazırlanan İslâm askerlerine bazı münâfıklar, Kureyş ve yandaşlarının büyük bir güç oluşturduklarını söyleyerek onları caydırmaya çalışmışlardı. Ne var ki bu haber, mü’minlerin Allah’a güvenlerini ve zafere olan inançlarını iyice pekiştirmiş ve kuvvetlendirmişti. “Allah bize yeter, düşmanın sayısı önemli değil!” şeklindeki teslimiyetleri Allah’ın rızâsını her şeyden önde tutmaları, en küçük bir sıkıntıya düşmeden başarılı olmalarını sağlamıştı. Zira Allah Teâlâ kendisine güvenenlerin güvenini asla boşa çıkarmaz. Mü’minlerde bulunması gerekli olan, inançta tereddütsüzlük ve Allah’a sarsılmaz itimad, onların en büyük gücü ve başarılarının sırrıdır. 3. “Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip sığın!” Furkân Sûresi 25, 58 Güven ve sığınma duygusunun insana gerçekten güven verebilmesi için sığınılacak kimsenin fânî olmaması gerekir. Bu duygu hiç ölmeyene, yokluğu düşünülmeyecek olana yönelik olmalıdır ki, kişiyi güçlü ve diri tutsun. İşte bu âyette Allah Teâlâ, habîbine ve onun şahsında müslümanlara hitâben kendisini, ölümsüzlüğü ve sürekli diriliği ile tanıtmaktadır. 4. “Mü’minler Allah’a güvenip dayansınlar!” İbrâhim Sûresi 14, 11 Önceki âyette Hz. Peygamber’e asıl güveneceği yeri gösteren Allah Teâlâ, bu âyette de mü’minleri sadece kendisine dayanmaya çağırmaktadır. Tevekkül Allah’a yönelik olursa, bir anlam ifade eder. Aksi halde o, sadece aldanmak demek olur. İslâm dışında kalmış olan insanlar değişik varlıklara bel bağlayabilirler. Ama mü’minler sadece Allah’a bel bağlamalıdırlar. Onlara bu yakışır. 5. “Bir işe azmettiğinde artık Allah’a güven!” Âl-i İmrân Sûresi 3, 159 Tereddüt, güvensizlik işareti ve sonucudur. Oysa mü’min, nasıl imanında tereddütsüz olmak zorunda ise, ön araştırmasını usûlüne uygun olarak yaptığı bir konuda belli bir şekilde harekete karar verdi mi, ötesini Allah’a bırakmalıdır. Kararsızlık göstermemelidir. Sonuç, görünürde olumsuz da olsa, hareket kurala uygun yapılmış olur ve bu başlı başına bir başarıdır. Çünkü mü’mine yakışan, tedbiri alıp takdire rıza göstermektir. Nitekim bir başka âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur 6. “Allah’a güvenene, Allah kâfidir!” Talak Sûresi 65, 3 Allah Teâlâ, kendisine güveneni başkasına muhtaç etmez. Yardım tevekküle bağlıdır. Özellikle bir işe karar verdikten sonra gösterilecek teslimiyet ve tevekküle… “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” âyetinde ifade edilen tevekküle… 7. “Gerçek mü’minler o kişilerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah’ın âyetleri okunduğunda bu âyetler onların imanlarını pekiştirir de sadece Rab’lerine güvenip dayanırlar.” Enfâl Sûresi 8, 2 Yakîn ve tevekkülün mü’minde meydana getireceği kemâlin iki belirtisi bu âyette açıklanmaktadır a. Sadece “Allah” ismi söylendiği, başkaca hiç bir sıfatından bahsedilmediği zaman bile “yüreklerin titremesi.” b. Allah’ın âyetleri okunduğunda “imanların artması” yani iyice pekişmesi, Allah’a güven ve itimadın devamı. Bunlar imanın kalitesini, yakîn ve tevekkül seviyesini göstermektedir. Âdeta mü’min ile Allah arasındaki duygusal mesâfe ve iletişimin ölçüsünü ortaya koymaktadır. Bahis konusu titreme ve imanda pekişme, alınan mesâfenin son derece ileri ve iyi bir noktada olduğuna işaret sayılmaktadır. Tabiî aksi de o ölçüde uzaklığın işaretidir. Allah korusun. Kaynak Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları Sözlükte vekl kökünden türeyen tevekkül kelimesi güvenmek anlamına gelir. Bir iş, bir amaç uğruna çabalanmanın ardından Allah’ın verdiğine razı olunmasıdır. Hadislerde ve Kur’an-ı Kerim’de tevekkül kavramı Ne Demek?Tevekkül kelimesi Arapça bir kelimedir. Dilimize Arapça dilinden geçmiştir. Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamındaki vekl kökünden türeyen tevekkül “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” manasına gelir. Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekil denir. Tevekkül “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklinde Etmek Nedir?Tevekkül kelimesi sözlük anlamına göre terim olarak kullanılmaktadır. Genel olarak yardımcı bir fiil ile beraber kullanılır. Genellikle tevekkül kelimesi birine güvenmek ve birine olan inancı korumak anlamında etmek ise kişilerin olaylar karşısında güvenini kaybetmeden Allah'ın verdiği kadere razı olmak Nasıl Edilir?Bir ayette Resul-i Ekrem’e kamu işlerinde çevresindekilerle istişare etmesi öğütlenmiş ve ardından, “Kararın kesinleşince artık Allah’a tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever” buyurulmuştur. Talak ssresinin başlarında Allah’a tevekkül eden kimseye O’nun kâfi geleceği ve Allah’ın mutlaka emrini yerine getireceği bildirilmiş, bu açıklamalar tevekkül düşüncesinin meydana gelmesinde belirleyici olmuştur. Resulullah’ın teheccüd namazı sırasında yaptığı uzunca bir duada şu ifadeler yer alır “Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, sana yöneldim”Tevekkül DualarıTürkçe okunuşuHasbunâllâhu ve ni’mel vekîlvekîlu.Anlamı"...Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir." Âl-i İmrân sûresi, 173Türkçe okunuşu“Bismillahi, hasbiyallahu tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah.”Anlamı“Allah’ın adıyla! Allah’a tevekkül ettim. Allah’a dayanmaktan başka kudret ve kuvvet yoktur.” duâsını okumalıdır. Ebû Dâvud, Edeb, 102-103Türkçe okunuşu“Allâhümme leke eslemtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve ileyke enebtü ve bike hâsamtü ve ileyke hâkemtü, fağfir-lî mâ kaddemtü vemâ ahhartü vemâ esrartü vemâ alentü, ente’l-mukaddimü ve ente’l-muahhir, lâ ilâhe illâ Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.” Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35Türkçe okunuşu“Bismillahi, tevekkeltü alallahi, allahümme inna neu'zü bike min en nezille ev nezille ev nezlime ev nüzleme ev nechele ev yüchele a'leyna."Anlamı“Allah’ın adıyla tevekkül ettim. Allah’ım! Ayağımızın kaymasından, şaşırmaktan, zulmetmekten zulme uğramaktan, cahillik etmekten veya bize cahillik edilmesinden sana sığınırız.” Tirmizî, Deavât, 35.Tevekkül İle İlgili Ayetler“Mü’minler Hendek Harbi için toplanıp gelmiş düşmanı gördükleri zaman, “Allah’ın ve Resûlünün bize va’dettiği işte budur, Allah ve Resûlü doğru söyledi” dediler. Bu onların iman ve teslimiyetlerini artırıp pekiştirdi.” Ahzâb sûresi, 22“Bazı münâfık kişilerin müslümanlara düşmanlarınız size hücum için hazırlandılar; aman onlardan sakının!’ demeleri, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve Allah bize yeter, ne güzel vekildir O!’ dediler. Bunun üzerine onlara hiç bir zarar dokunmadan, Allah’ın nimet ve ikrâmlarıyla döndüler. Böylece Allah’ın rızâsına tâlip oldular. Allah büyük kerem sahibidir.” Âl-i İmrân sûresi, 173-174“Gerçek mü’minler o kişilerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah’ın âyetleri okunduğunda bu âyetler onların imanlarını pekiştirir de sadece Rab’lerine güvenip dayanırlar.” Enfâl sûresi, 2“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip sığın!” Furkân sûresi , 58“Mü’minler Allah’a güvenip dayansınlar!” İbrâhim sûresi, 11“Bir işe azmettiğinde artık Allah’a güven!” Âl-i İmrân sûresi, 159“Allah’a güvenene, Allah kâfidir!” Talak sûresi, 3

tevekkül ile ilgili hadisler arapça